Loft – Antoinette Beumer (2010)

“İnsanı yalnızca sevdikleri incitebilir”

İkisi kardeş olan beş evli erkeğin kaçamakları için paylaştıkları çatı katında bir kadının cesedini bulmaları ile gelişen olayların hikâyesi.

Belçikalı yönetmen Erik Van Looy’un 2008’de çektiği aynı isimli filmin sadece 2 yıl sonra Hollanda yapımı olarak çekilen bu versiyonu sinema dünyasının çatı katını paylaşan erkekler konulu hikaye ihtiyacını karşılamamış olacak mi Erik Van Looy şimdi aynı filmi tekrar ve bu kez Amerika’da çekiyor. Evet konu ilginç ve gizem, heyecan ve popüler olanın peşinde olanların ilgisini çekecek bir içeriğe sahip ama dört yıl içinde üçüncü çevrim kulağa hayli garip geliyor. Gerçi üçüncü çevrim belki de ikinciden çok daha mantıklı çünkü genel olarak alt yazılı filmleri seyretme becerisi olmayan ortalama bir Amerikalı seyirciye bu filmi seyrettirmenin başka yolu yok.

Antoinette Beymer’in filmi ilk yapımın hikâyesini takip ediyor ve onun tüm ilginçliklerini de koruyor. Hikâyeyi çekici kılan paralel olarak üç farklı zaman diliminin anlatılması; bir yandan karakoldaki sorguları izlerken paralelde cesedin bulunmasından önce yaşananları ve cesedin bulunmasından sonraki olayları izliyoruz. Yönetmenin temel becerisi de bu üç farklı zaman diliminde geçen ve paralel olarak anlatılan hikâyeleri kafa karışıklığı yaratmadan ve akıllıca iç içe geçirerek anlatabilmesi. Beş adamın aralarından birinin katil olduğu kuşkusu ile olayı çözmeye çalıştıkları anlar filmin belki özel bir yaratıcılık içermeyen ama yine de en ilgi çekici sahnelerini oluşturuyor. Karakolda geçen sahneler ise gerek diyalogları gerek atmosferi ile vasat ve herhangi bir polisiye dizinin sıradan bir bölümündekilerden farklı değil. Senaryo çoğunlukla doğru bir tempoda ilerliyor ve ne monotonlaşıyor ne de gereksiz bir telaşa kapılıyor. Temposu başarılı olan senaryonun içeriği ise hayli eleştiri kaldırır açıkçası. Beş erkeğin tartıştığı bir sahnede kardeşlerden birinin diğerine yönelik ihmal ve ilgisizlik diyaloglarının filme ne kattığı tartışmalı olduğu gibi duyduğumuz cümleler de klişelerden klişe beğenin dedirtiyor seyredene. Senaryonun hem en güçlü olduğu hem de zayıf karnını teşkil eden yanı ise sürprizden sürprize atlayan ikinci yarısı. Öyle ki bir süre sonra yeter, gerçek ne ise söyleyin dedirtiyor artık ve yoruyor seyrederken. Filmin yaratıcıları seyirciyi afallatmayı ve önyargıları ile oynamayı hedeflemişler ve bunu başarmışlar da ama bu arada seyirciyi elden kaçırabileceklerini de atlamışlar anlaşılan.

Şık bir çatı katı ve bu mekanın ustalıklı kullanımı, rahatsız etmeyen ama öne de çıkmayan oyunculukları, gereksiz bir “kahve içelim mi romantizmi” ile sona eren finali ve yorsa da seyrettiren hikâyesi ile göz atılabilir türden bir film karşımızdaki. Bakalım Amerikalı versiyonu hikâyeyi nerelere götürecek?

(“Çatı Katı”)

(Visited 105 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir