Macellanya – Jules Verne

Fransız yazar Jules Verne’in ölümünden sonra ve oğlu Michel Verne tarafından değiştirilerek basılan romanı. Michel Verne’in “Les Naufragés du Jonathan – Jonathan Kazazedeleri” adı ile ve bir kısmını yeniden yazarak bastırdığı kitabın Jules Verne’e ait orijinal el yazmaları 1977 yılında keşfedilince, roman hak ettiği şekilde, özgün hâli ile ve Magelannia adı ile basılmış uzun yıllar sonra. TÜBİTAK’ın “Popüler Bilim Kitapları” serisi içinde basılan kitap, Jules Verne’in sosyo politik bir manifestosu olarak görülebilir ve yazarın anarşizm ve sosyalizme getirdiği sert eleştiriler açısından dikkat çekebilir. “Ne Tanrı ne efendi”ye inanan gizemli bir adamın romanın sonunda kendini önce zorunlu, sonra gönüllü olarak tam zıt bir noktada bulması, kahramanının bu dönüşümü üzerinden Verne’e fikirlerinin bir çeşit propagandasını yapma olanağı sağlamış görünüyor. Yaşamını hiçbir devlete bağlı olmayan, tamamı ile özgür topraklarda sürdürmeye kararlı ve geçmişi hakkında kimsenin bir bilgisinin bulunmadığı -ve Verne’in de hemen hiçbir ipucu vermediği- gizemli adamın hikâyesi, “coğrafya romanı” olarak tanımlanabilecek bir türde yazılmış ilginç bir kitap ve savunduğu politik düşünceler üzerinden ilginç tartışmalar da yaratabilecek bir eser kesinlikle.

Kitabın çevirisini yapan İsmet Birkan’ın oldukça iyi yazılmış bir Jules Verne incelemesi var romanın başında. Öylesine yazılmış, derinliksiz bir tanıtım yazısı değil bu; Verne’in özgünlüğünü, türler dışı yazsa da neden bilim kurgu içinde değerlendirildiğini açıklayan bu incelemesinde şöyle yazıyor Birkan: “Jules Verne kafasını insana ya da evrene değil dünyaya takmış, demiştik…. “büyük” yazarlar gibi dolaşık olay örgüleri kurup derin karakter analizleri yaparak “insan yaratmak”la uğraşmaz. Okurun merakını diri tutacak kadar “öykü”, son derece kaba hatlarla, siluet hatta karikatür halinde çizilmiş kişilikler, gerisi bilgi…” Bu romandaki karakterler, özellikle de romanın kahramanı -yerlilerin ona taktığı ve velinimet anlamına gelen ismi ile- Kaw-djer karakteri, o denli siluet değiller belki ama Verne burada da olay örgülerinden yaratmıyor romanın gücünü; bir siyasal vasiyetname olarak nitelendirilebilecek eserinde bir koloninin kuruluşu üzerinden siyasî rejim ve özgürlük tutkusu tartışması açarak oluşturuyor eserin çekiciliğini. Birkan’ınki dışında, Fransız Jule Verne Derneği’nin başkanı Oliver Dumas’ın önsözü de yer alıyor kitapta. Yazarın oğlunun orijinal kitapta yaptığı ve ciddi içerik kaymalarına neden olan değişikliklerin de el alındığı bu önsöz, temel olarak eserin kendisine odaklanırken, Birkan’ın yazara odaklı incelemesi ile birlikte bir bütün oluşturuyor ve romana sağlam bir hazırlık sağlıyor okuyucuya.

Bir coğrafya veya bir bilimsel coğrafya romanı bu, tür açısından değerlendirirsek. Romanın geçtiği Macellanya bölgesini (gerçek olmayan bu bölge Güney Amerika’nın güney uç noktasında yer alıyor ve Şili ile Arjantin arasındaki -romanın teması ile de örtüşecek şekilde- egemenlik savaşının da konusu) doğası, jeolojik yapısı ve tüm coğrafî özellikleri ile çok iyi bir şekilde tasvir ediyor Verne ve roman boyunca meydan gelen birtakım olayları da (Jonathan gemisinin batması, kahramanın yerli dostu ve onun oğlu ile kendi küçük gemilerinde bölgedeki adacıklar arasında yaptıkları yolculuklar gibi) coğrafyayı hep aklında tutarak anlatıyor bize. Bunu o denli güçlü bir biçimde yapıyor ki sadece coğrafya meraklılarının değil, ona pek de ilgisi olmayanların bile ilgisini çekecek bölümler var kitapta. Bununla da yetinmiyor Verne ve Portekizli denizci Macellan’dan başlayarak pek çok ünlü denizci, gezgin ve kâşif üzerinden bir keşif tarihi de anlatıyor okuyucuya uzun uzun ve esere bir keşif romanı havası da katıyor böylece. Elbette bu keşif tarihi bir yandan da bir kolonileştirme tarihi ama -yerlilere karşı gösterdiği hümanist tavırdan bağımsız olarak- bu konuya pek değinmiyor Verne. Misyonerlerin bölgedeki çalışmalarını ise övmüyor belki ama bir eleştiri konusu da yapmıyor ve -en azından hedefleri açısından- başarılı ve cesur olarak nitelendiriyor onların gayretlerini.

Kaw-djer’in yerlilerle arası iyi ve bu yerli kabilelerden biri de otuz kadar aileden oluşan “iktidarsız” bir toplum. Romandaki olayların başlangıcından “en fazla 5-6 yıl önce” oraya gelmiş Kaw-djer ve hiçbir ülkenin egemenliği altında olmadığı için yerleşmiş oraya. Bağımsızlık ve özgürlük fikrinin kendisi için her şeyden önemli olduğu ve hakkında kimsenin bir şey bilmediği bu adam, din kurumunu ve Tanrı’yı da işte bu kavramların karşı ucunda gördüğü için reddediyor. Onun, Oliver Dumas’nın “pratik olmaktan çok kuramsal” olarak nitelendirdiği dönüşümü romanın ana temalarından biri olarak çıkıyor ortaya. “Ne Tanrı ne efendi” diyen bir adamın kazazedelere yardım ederken tanıştığı insanlardan (özellikle de dinlerine bağlı bir aile öne çıkıyor burada) ve onlara yardım ederken soyunmak zorunda kaldığı rolden de etkilenerek geçirdiği bu dönüşüm okuyucunun ciddiyetle üzerinde durması gereken bir konu. Belki onlar gibi dindar bir havaya bürünmüyor romanın sonunda ama Tanrı kelimesi kendi günlük diline de giriyor ve Verne’in adeta ideal bir aile olarak onun ve elbette okuyucunun önüne koyduğu Amerikalı aile Kaw-djer’in “toplumsal hayata aykırı” düşüncelerinden -doğrudan dile getirmese de- birer birer vazgeçmesine neden oluyor. Bu ailenin iki çocuğuna çok bağlanması bile Verne’in ona ve bize verdiği bir ders niteliği taşıyor sanki. Özetle, Verne tüm toplumsal düzenlere ve hiyerarşilere karşıt olan ve “anarşist” olarak nitelediği Kaw-djer’i bu düzenlerin gönüllü bir parçasına çeviriyor. Bu açıdan bakınca ve kitaptaki başka öğelerle de desteklendiği gibi, eser Verne’in sosyal ve politik düşüncelerinin hayli açık bir uzantısı olarak değerlendirilmeli.

Kazazedelerin kurduğu koloninin oluşumu sırasında da bu bakışının doğrultusunda ilerliyor Verne ve İrlandalı ve Alman anarşistleri tüm acımaszılıkları, şiddetleri ve saldırganlıkları ile hayli kaba birer kötü karakter olarak çizerken, onların karşısına makul ve dindar kazazedeleri yerleştiriyor; bu karşılaştırmadan bir ders çıkarmamızı istediğini göstermekten de hiç çekinmiyor. Öyle ki sosyalizm eleştirisini yaparken, sadece romanın kurgu karakterleri ve kurgu olaylarından yararlanmıyor; sosyalist düşüncenin tarihteki önemli isimlerinden ve onların cümlelerinden (örneğin Pierre-Joseph Proudhon’un “mülkiyet hırsızlıktır” görüşü) yola çıkarak bu ideolojiye kendisinin yazar olarak karşı çıkışlarını da bir mutlak doğru olarak yerleştiriyor romana şu bölümde olduğu gibi: “… toplum düzeninin gerekleriyle mutlak çelişki halindeki bu tür fikirlerin yanlışlığını ve aynı zamanda tehlikelerini kavramasını; toplumun ancak toplumsal eşitsizlikler üzerine kurulabileceğini;… mutlak eşitlik ve adaletin bu dünyada mevcut olmasa da hiç değilse ötekinde mevcut olduğunu anlamasını…” Bu ifadeler romandaki bir karaktere değil, anlatıcıya (Verne’e) ait ve yazarın sosyalizm eleştirisinin de açık bir özeti.

Nerede ise mistik bir yaklaşımı da var Verne’in romanda. Örneğin Kaw-djer’in tam da özgür yaşadığı toprakların Şili’ye bağlandığını öğrendiğinde aldığı trajik kararı uygulamaya geçirmek isterken kaza geçiren gemiyi görmesi adeta ona iletilen “kutsal” bir mesaj ve bir görevin hatırlatıcısı. Kazazedelerden birinin onu kazazedelerin karşılarına çıkaranın Tanrı olduğunu söylemesi ve onun da bir parça şaşırarak ama itiraz da etmeden bunu dinlemesi de bu dinsel yaklaşımın bir uzantısı elbette. Benzer şekilde, kolonide kurulan toplumsal düzen için büyük bir tehlike oluşturan altın yataklarının da “iyi insanları yoldan çıkaran şeytan”ın yerine geçtiğini söyleyebiliriz rahatlıkla.

Verne’in sosyal ve politik düşüncelerinin epey izini taşıyan romanda eleştirilebilecek başka noktalar da var: Şili ile Arjantin’in bölgeyi paylaşma kavgalarında orada yaşayan yerlilerin fikirlerinin sorulmaması hiç eleştiri konusu olmadığı gibi böyle bir “hassasiyet” dile bile getirilmezken, kazazedelerin kurduğu kolonideki beyazların kendi bağımsız (özerk demek daha doğru) düzen talepleri öne çıkarılıyor sürekli olarak. Kolonideki bu insanların kazadan önceki asıl hedefleri olan Afrika’da Portekiz hükümetinin onlara tahsis ettiği toprakların Afrika’nın yerlilerine ait olduğundan ve kolonizmin bir sömürü düzeni olduğundan da hiç bahsedilmiyor romanda. Adı belirtilerek ve sürekli olarak eleştirilen “kollektivizm”in karşısına koyulan kolonideki toplumsal düzenin övgüsünün bir kapitalist düşünce övgüsü olduğu da açık kuşkusuz. “Ne Tanrı ne efendi” söyleminden kendisi bir efendi olmaya doğru ilerleyen ve Tanrı’yı da -en azından- ret etmeyen bir zihiniyete kavuşan Kaw-djer’e şunu sormak gerekli belki de: Şili’nin egemenliğini ret eden bu koloni her geçen gün büyürken kendisi de ileride bir Şili’ye dönüşmeyecek mi? Şili’den bağımsız ama onun toplumsal düzeninden farklı bir düzeni olmayan bu koloniyi ondan farklı kılan ne? Koloninin sahip olduğu özerkliğin tam olarak nasıl bir çekiciliği var?

Verne’in romandaki toplumsal düşünceleri yukarıdakinden çok daha farklı örneklerle ve daha derin karşıt düşüncelerle eleştirilebilir ve eleştirilmeli de. Ne var ki romanı belki de çekici kılan yanlarından biri de bu: Verne işte bu “bilimsel coğrafya romanı”nda okuyucuyu -fikirlerini savunacak olanları da eleştirecekleri de- bu tartışmaya kışkırtıyor bir bakıma. Bu politik içerik bir kenara koyulduğunda ise, iyi yazılmış, çekici bir eser bu ve yazarın edebî büyüklüğünü ve önemini ortaya koyan örneklerden de biri olarak okunmayı hak ediyor bu keyifli roman. Gizemli kahramanı Kaw-djer ise Jules Verne külliyatının içindeki önemli karakterlerden biri olarak esere ek bir çekicilik katıyor.

(“En Magellanie”)

(Visited 670 times, 9 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir