Mammut – Lukas Moodysson (2009)

“Dünya… Sonsuz uzaydaki bu küçücük vaha… Bizim mirasımız… ve evimiz”

Zengin bir Amerikalı ailenin ve kızlarının Filipinli dadısının ailesinin paralel anlatılan hikâyeleri.

Özellikle “Lilya 4-Ever” filmi ile büyük beğeni toplayan İsveçli yönetmen Lukas Moodysson’dan ton ve anlatım dili olarak önceki filmlerinden farklı, daha yumuşak ama alçak tondan da olsa bir şeyler söyleyen bir film.

Mutlu bir aile görüntüsü ile başlayan ve aynı ailenin yine mutlu bir görüntüsü ile sona eren film bu iki görüntü arasında olan bitenleri ve tüm bu olanların tek tek bireyleri ve onların birlikte oluşturduğu kurumu (aileyi) nasıl etkilediğini alçak sesle ve yumuşak bir sinema dili ile getiriyor karşımıza. Filmin kameranın özellikle tek bir bireye odaklandığındaki sessiz anları en az diyaloglar kadar çok şey söylüyor ve yönetmen bireylerin o anda hissettikleri üzerinden bizim de hikâyeye katılımımızı sağlıyor. Ailenin babası rolündeki Gael García Bernal, eşi rolündeki Michelle Williams ve dadı rolündeki Marife Necesito doğal oyunculukları ile kendilerinin değil hikâyenin öne çıkmasını sağlıyorlar ve özellikle onları değil dünya üzerinde her gün yaşanan benzer tüm hikâyeleri düşünmeye sevk ediyorlar seyredeni. Bu üç oyuncuya dadının büyük oğlu rolündeki çocuk oyuncu Jan David G. Nicdao’nun etkileyici oyununu da eklemek gerekiyor.

Filmin yan yana yürüyen birden fazla teması var. Modern toplumlarda aile olmak ve ebeveynlerin kendi özel ve özellikle iş hayatları nedeni ile çocuklarına ayırdıkları/ayırabildikleri zamanların kısıtlı olmasının neden olduğu “vicdan azabı” filmde öne çıkan temalardan biri. Annenin çocuğunun dadısı ile daha çok vakit geçirdiğini ve bu vakitlerde aldığı keyfi görmesi ama öte yandan bu dadının kendi çocuklarına daha iyi bir hayat sağlayabilmek adına onları Filipinler’de bırakıp Amerika’ya çalışmaya gelmiş olması bu vicdan azabını örnekleyen unsurları hikâyenin. Her iki kadının çocukları için yaptıkları tercihlerin sonucunun çocukların mutsuzluğu olması Ahmet Kaya’nın ifadesi ile söyleyelim, “Bu ne yaman çelişki anne” dedirtiyor insana. Dünyanın düzeninin özellikle Filipinli anne üzerinden örneklenen eleştirisi kimi rahatsız edebilir diye düşünürseniz, ilk akla gelecekler liberal düşüncenin savunucuları olsa gerek. Bir düşüncenin, ifadenin, imanın “sola, eşitliğe, adalete” en ufak bir göz kırpmasının bile rahatsız ettiği bu insanlardan biri, Amerikalı ünlü eleştirmen Roger Ebert, filmi eleştirirken dünyadaki yoğun eşitsizliği kabul ediyor ama “bu insanların en azından ailelerinin durumlarını iyileştirebilmek için erişimlerine açık olan araçlardan” bahsederek nerede ise tüm bu eşitsizliği adeta önemsiz kılıyor.

Pahalı bir kalemin yapımında kullanılan mamut dişinin üzerinden senaryo modern toplumun her nesneyi pazarlanabilir bir mala dönüştürmesinin eleştirisini de yapıyor. Çocuklarla seks yapmak için Tayland’a giden batılı erkekler, tüm bir ülkenin (bu örnekte Tayland’ın) başka ülkelerin sömürüsüne (bu örnekte cinsel sömürü) açılabilmesi, milyon dolarların pazarlık konusunun yapıldığı bir toplantı ile eş zamanlı olarak küçük çocukların çöplüklerde toplayıcı olarak çalışması ve Bernal’in eşine hediye almak için gittiği bir dükkanda beğendiği her şeyi alma konusunda gösterdiği rahatlık dünyanın düzeninin tüketmek ama ne pahasına olursa olsun tüketmek üzerine kurulu olduğunu anlatıyor bize. Bu düzen işte bu filmde olduğu gibi çocukların da, anneliğin de pazarlanabilir olduğunu söylüyor ve finaldeki “yeni bir dadı bulmalıyız” ifadesinin de gösterdiği gibi başkalarının acılarına gösterdiğimiz ilginin kendi önceliklerimizin yanında ne kadar değersiz olduğunu vurguluyor. Filmin “insanların da nesneleştirilebildiğini” anlatan bir değer teması bu durum özetle.

Film tüm bu içeriği yeterince güçlü bir sinema dili ile anlatabiliyor mu sorusunun cevabı o kadar güçlü bir evet değil ne yazık ki. Örneğin Bernal’in Tayland günlerindeki sonuna kadar sadakatle süren günleri belki dünyanın tüm karmaşası içinde kahramanın o anlarda yaşadığı huzuru vurguluyor ama filmin odağını da bir parça kaydırıyor aslında. Temaları açısından güçlü olan hikâye zaman zaman derdini gereğinden fazla basit tercihler ile, paralel kurgu ile vurgulanan zıtlıklar gibi, anlatmayı tercih ediyor ve bu da etkileyiciliğini azaltıyor elbette. Buna karşılık özellikle sessiz anlarında ve o anlarda müziğin kullanımı ile film karakterlerinin içine düştükleri boşluğu, yalnızlığı ve sorgulamaları çok iyi yansıtıyor ve özellikle Bernal ve Williams’ın birbirlerinden uzakta geçen günlerdeki yalnızlıkları ve sürdürdükleri hayatları anlamaya çalışmaları seyirciye tuhaf bir ürperme duygusunun da geçmesini sağlıyor. Evet bu dünya, çocuklarına bir gelecek hazırlayabilmek için Filipinli bir ailenin başka bir ülkeye gitmek zorunda kaldığı ve sonra çocuğuna hediye olarak geride bıraktığı ülkesinde karın tokluğuna çalışan çocuk işçilerin ürettiği bir basketbol topunu aldığı bir dünya.

(“Mammoth” – “Mamut”)

(Visited 66 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir