“Hiçbirimiz kaçmayı başaramadık. Kaderini kabullenmek en iyisi. Artık kaçmayı istemiyorum bile. İki çocuğum var. Kaçarsam çocuklara ne olacak? Hangi erkek beni ister ki?”
İş vaadi ile kandırılarak getirildiği dağda bir köylü adama satılan bir genç kadının hikâyesi.
1990’lı yılların başlarında Çin’de geçen filmin senaryosunu yazan Yang Li yönetmenliği de üstlenmiş. 2008’de İstanbul Film Festivali’nin İnsan Hakları bölümünde birincilik ödülünü kazanan film gerçekçi ve belgesele yakın dili ile dikkat çeken ama asıl değeri hikâyesinin ele aldığı insan (ve kadın) hakları konusu olan bir çalışma. Çin’e ve topluma eleştiri getirmekten çekinmeyen film yönetmenin önceki çalışması (2003 yapımı “Mang Jing”) gibi ülkesinde bir süre yasaklanmış. Paranın her diyalogda ve hikâyenin her gelişim noktasında kendisini göstermesi ile Çin’in yönetsel, toplumsal ve sosyal bir problemini konu edinen çalışma sorumlu bir sinemacının elinden çıktığını her hali ile belli eden önemli bir sinema eseri.
Üniversiteden yeni mezun olan bir genç kadın ailesinin onu okutabilmek için aldığı borçları ödeyebilmek için umarsız bir şekilde iş ararken tanıştığı bir kadın aracılığı ile Kuzey Çin’in dağ köylerinde tıbbî değerleri olan otları toplayacağı bir iş bulduğunu düşünmektedir. Yanıltıldığını ve tuzağa düşürüldüğünü fark ettiğinde ise çok geçtir. Kendisine iş vereceğine inandığı adam tarafından bir dağ köyünde yaşayan bir aileye evin oğlu ile evlenmek üzere satılmıştır. Bundan sonrası sürekli bir kaçış çabası, özgürlüğünü tekrar elde edebilmek için aklına gelen her yolu deneyen genç kadının mücadelesi ve bu mücadelenin önünü kesen toplumsal gerçeklerle ilerliyor. Tüm bunları anlatırken film, Çin’in “devlet kapitalizmi” veya “kapitalist sosyalizm” gibi ifadelerle adlandırılan ekonomik modelinin uzantılarını da bir insan hakları filminin konusu içine ustaca yerleştirmeyi başarıyor.
Köyde kendisi ile aynı akıbeti yaşayan kadınların sürekli söylediği üzere bir kaçış yoktur bu hayattan. Sadece köyün en yakın kasabadan hayli uzak olması ve bir dağ başında yer alması değildir bu kaçışı imkânsız kılan. Tüm köy halkı ve yerel görevliler kadının orada olma şeklini doğal bulmakta ve onun ödenen paranın karşılığı olarak gelinlik yapmasını beklemektedir; hatta kadının evlilik vaadi ile para alıp şimdi de kaçmaya kalkıştığını düşünenler de vardır. Yang Li işte bu hikâyeyi gelenekler, yerel ilişkilerin ve kör bir dayanışmanın devlet otoritesine karşı koyabilme cüreti ve paranın insan ilişkilerini -olumsuz yönde- değiştirebilme gücünü odağa koyarak anlatıyor bize. Kadının görevinin iyi bir eş olmak ve çocuk doğurmak ile sınırlandığı bir yerel dünyada kurban olan kadının üniversite mezunu olması yaşanan trajediyi daha da acı kılıyor. Yang Li hikâyenin farklı bölümlerinde sık sık kendini gösteren esaret duygusunu ve bu esareti sürekli kılan atmosferi gerçekçi bir dil ile anlatmayı tercih etmiş ve önemli bir kısmı da amatör olan oyunculardan aldığı doğal performanslarla bu gerçekçiliği desteklemiş. Örneğin “anne ve babanın yardımı ile tecavüz” sahnesini süslemeden, el kamerası kullanımının güçlendirdiği bir gerçekçilik ile anlatıyor yönetmen ve insanı çarpan bir şiddetin tanığı yapıyor bizi. Kayınvalidenin sözlerinin (“Üzgünüm ama gerçekten başka seçeneğim yoktu. Senin de bir çocuğun olduğunda, ne demek istediğimi anlayacaksın. Ailemiz senin için çok para verdi. Umarım bir eş olarak vazifelerini yerine getirebilirsin”) iyi bir örneği olduğu gibi, yerleşik bir düzene karşı mücadele etmenin güçlüğünü etkileyici bir şekilde anlatıyor film bize.
Hikâye boyunca para, gerekliliği ve yokluğu ile hep kendisini gösteriyor: Kadının isteği dışında satılmasından vergi toplamaya gelenlerin köylülere davranışına, intihara teşebbüs eden bir kişiye müdahale edecek olan doktorun önce paranın yatırılması konusundaki ısrarından zor durumdaki kadını aracına parası olmadığı gerekçesi ile almayan adama, genç kadının okul borcunu ödeyebilmek için yollara düşmek zorunda kalmasından maaşının azılığından ve hep geç yatırılmasından şikâyet eden öğretmene, para karşılığında erkeklerle yatmaktan ailesi okul parasını ödeyemediği için okula gidemeyen küçük çocuklara ve rüşvet alan memurdan alacağından vazgeçmesi karşılığında suçu affedilen bir adama hikâye hep paranın karakterlerin hayatında sahip olduğu önemi gösteriyor seyirciye. Filmin eleştirileri bununla sınırlı değil; bazen diyaloglara bazen görüntülere yansıyan şekilde, devlet kurumundaki yozlaşmadan parti görevlilerinin ziyareti öncesi muhtarın yaptığı hazırlıklara ve köylülere yaptığı duyuruya ve yeni doğan bir bebeğin kız olduğu için bir gölete atılmasına (Köyün duvarında “Daha çok ağaç ve daha az bebek refaha giden yoldur” sloganı yazılı) farklı unsurlarla düzen eleştirisi yapmaktan da çekinmiyor. Yoksulluk ve toplumsal düzenin ahlâki bir yozlaşmanın yolunu nasıl kolayca açabildiğini gösteriyor Yang Li ve kadınların yaşadığı şiddete “aile meselesi” denerek müdahale edilmemesinin (devlet ve halk tarafından) sonuçlarını da hatırlatıyor.
Gerçekçi yaklaşımının uzantısı olarak yönetmen köyü ve bulunduğu dağlık bölgeyi yapay bir görselliğin aracı yapmaktan özenle kaçınırken, kolaylıkla etnik bir cazibenin aracı olarak kullanılabilecek geleneksel bir gösteriyi de dozunda kullanıyor. Cahilliğin egemen olduğu bir toplumda bir kadının trajedisini -bir parça ani bir bitiş ile de olsa- etkileyici bir sona bağlayan film “Ölmenin kolay, yaşamanın zor olduğu” bir dünyayı anlatırken özel bir sinema dili kullanmıyor ve bazen daha sadeleşebilirmiş gibi görünüyor ama yine de etkleyici olmayı başarıyor kesinlikle. Başroldeki Lu Huang’ın sade ve etkileyici performansının da katkı sağladığı bu filmi görmekte yarar var.
(“Blind Mountain” – “Kör Dağ”)