Marty – Delbert Mann (1955)

“Sen sevmedin onu, annem de sevmedi. O çirkin, ben şişmanım. Tek bildiğim dün gece onunla çok iyi vakit geçirdiğim ve bu gece de öyle olacak. Eğer yeterince iyi vakit geçirirsek, ona diz çöküp evlenme teklif edeceğim”

İki yalnız insanın yıllardır aradıkları aşkı bulmalarının hikâyesi.

1950’li yıllarda televizyonun toplumun hayatına iyice girmeye başlaması ile sinemanın etkilenmeye başladığı bu yeni medyadan esinlendiği ilk örneklerden biri. Üstelik burada esinlenmenin ötesine geçilmiş ve televizyon kökenli yönetmen Delbert Mann 1953’te çekilen aynı adlı televizyon filmini sinemaya uyarlamış. Senarist Paddy Chayefsky televizyon için yazdığı metni sinema için yeniden uyarlarken Hollywood’un o güne kadar pek uğramadığı bir alanı, sıradan insanların gerçekçi bir bakışla seyircinin karşısına getirilmesini, beyazperdeye taşıyor. 1955’te hem Oscar’larda hem de Cannes’da en iyi film seçilen bu hikâyeyi karakterlerinin gerçekçiliği yanında, başroldeki Ernest Borgine taşıyor ağırlıklı olarak ve belki bugün o yıllardaki kadar etkileyici görünmeyip bir parça eskimiş gibi dursa da yine de ilgiyi hak eden sıcak bir sinema eseri olmayı başarıyor.

Tipik bir anaerkil İtalyan ailesinin sayıları çok ve tümü evli kardeşlere sahip ve kasap olarak çalışan bir adamla, etrafına göre evlenme yaşı çoktan geçmiş öğretmen kadının bu hikâyesi bugünün seyircisine gereğinden fazla yalın ve hatta sıradan bile görünebilir açıkçası. Filmin 1955’de bu denli beğenilmesinin temel nedeni girişte de belirttiğim gibi özellikle Amerikan sineması için çok çarpıcı bir yeniliğe sahip olmasıydı. Zengin insanlar, kahramanlar veya büyük hikâyeler yoktu filmde; tam tersine sinema seyircisinin kendisini rahatlıkla özdeşleştirebileceği iki sıradan karakterin hem kendilerinin içlerinde derinden hisssettikleri yalnızlıklarını hem de etraflarının sürekli kurduğu baskı nedeni ile unutamadıkları bekârlıklarından dolayı hissettiklerini aktaran hikâye, Chayefsky’nin benzersiz bir yalınlık ve doğallık içeren olay kurgusu ve diyalogları ile ilgi çekiyor öncelikle. Açılış sahnesindeki kasaptaki müşterilerin adama ne zaman evleneceği hakkındaki soruları veya annesinin ve teyzesinin onun evlenmesi durumunda annenin yalnız kalacağı konusundaki konuşmaları örneğin, bugün belki Amerikan toplumu için değil ama bizimki gibi toplumlar için hayli yakın gelecektir seyredene. Adamın kendisi gibi bekâr arkadaşları ile bir Cumartesi gecesi ne yapacaklarını tartıştıkları sahne ise bu açıdan tam bir başarı örneği. Bir yandan erkek erkeğe takılmanın “özgürlüğü” bir yandan da bir şeylerin eksik kaldığı duygusunu içlerinden atamadan ve hep aynı şeyleri yapıp aynı şeyleri konuştuklarını fark etmeden kapıldıkları sıkılmışlık duygusu ile bu erkek grubunun ruh halini çok etkileyici bir şekilde sergiliyor burada yönetmen Mann. Filmin hayli etkileyici bir başka sahnesi ise tüm bekar erkek ve kadınların birileri ile tanışmak için geldikleri dans salonunda geçen bölüm. Tüm yalnız karakterlerin umutl, beğeni veya hayal kırıklığı ile etraflarına bakındıkları salon iki karakterimizin de karşılaştıkları yer oluyor. Beğenmenin ama ret edilmenin yıpratıcı duygusunu küçük yan hikâyeleri ile seyirciye geçiren bu bölüm karakterlerimizin “yalnızlıklarının” en azından onlar için ne kadar önemli olduğunu da gösteriyor ve bu küçük hikâyede onların yanında yer almamızı sağlıyor.

Hollywood’un alıştırdığının aksine, aşkın taraflarını çekici fiziksel özellikleri olmayan iki karakter olarak seçmesi ile önemli olan hikayede yönetmen Mann pek çok sahneyi yine klasik yaklaşımın tersine tek planlık çekimlerle oluşturmuş ve böylece örneğin balo sahnesindeki ilk dans ve beraber yenen ilk yemekte etkileyici bir sonuç elde etmiş. Bu başarıda Ernest Borgnine elbette en büyük paylardan birine sahip. Bu iyi yürekli ama eşini yıllarca aramasına rağmen bir türlü bulamamış adamı keyif verici bir biçimde oynuyor ve annesi ile tartıştıkları bir sahnede veya ilk randevudaki bir türlü hakim olamadığı enerjisi ile sürekli konuşup dururken bize seyir zevki açısından hayli keyifli anlar sunuyor. Kadını oynayan Betsy Blair de karakterinin özellikle tedirginliğini ve yeni bir kötü sonuca kendini hazır tutmaya çalışmasını hayli ikna edici kılarak Borgnine’a uyumlu bir şekilde eşlik ediyor. Tüm yan karakterlerin de, başta anne rolündeki Esther Minciotti ve adamın arkadaşı Angie rolündeki Joe Mantell olmak üzere, başarılı bir takım oyunu sergilediğini belirtelim.

Roy Webb’in hikâyeye yakışan müziği ve Oscar ödüllü Joseph LaShelle’in yalın ve oyunların peşinde koşmayan siyah beyaz görüntüleri de filme katkıda bulunmuşlar. Finalinin içeriği ile değil ama sanki yarım kalmış havası ile biraz yadırgattığı film yarım asırdan uzun bir zaman sonra bugün, evet kesinlikle bir parça eskimiş dursa da kendisini ilgi ile seyrettiren bir klasik film özet olarak.

(Visited 209 times, 2 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir