“Tüm binaların işe yaramaz bir yüzleri vardır. Bahsettiğim ne ön ne de arka yüzü binaların; yan duvarlarından (Medianeras) söz ediyorum. Bizi ayıran, bize zamanın geçişini, isi ve kiri hatırlatan büyük yüzeyler. “Medianeras” bize en kötü yanlarımızı gösterir; güvenilmezliği, defoları, geçici çözümleri ve halının altına süpürdüğümüz pisliği yansıtır”
Buenos Aires’teki iki yalnız ve yaralı insanın romantik komedi türünden hikâyeleri.
Sinemaya kısa filmler ile başlayan Arjantinli yönetmen Gustavo Taretto’nun senaryosunu da yazdığı ilk uzun metrajlı filmi. “Hafif” havasından finaline romantik komedi kalıplarında ilerlese de modern dünyadaki aşklar ve büyük şehirde yaşanan hayatlar üzerine söylemleri ile bu kalıpların dışına çıkmayı başaran ve sevimli olmayı ve üstelik bunu doğal kılmayı da beceren bir film Taretto’nun çalışması. Internet dünyasına uygun olarak sanal ortamda başlayan ama olması gerektiği gibi gerçek dünyada sona eren hikâye Hollywood tarzından çok Avrupa sinemasına yakınlığı ile de dikkat çekiyor.
Büyük şehirlerin yalnızlıkları da büyük oluyor anlaşılan. İki karakterimizin ikisi de yaralı; erkek olan evden çok az çıkıyor ve web tasarımı ile sürdürdüğü hayatı şehir korkusu, psikolojik problemleri ve fobileri ile dolu. Baştaki kimi sahneler ile zaman zaman Jacques Tati’nin modern hayatla başı dertte olan “Mösyö Hulot” karakterini çağrıştıran adamı Javier Drolas gerekli ve yeterli bir sevimlilik ile canlandırıyor. Mimar olsa da vitrin tasarımcısı olarak çalışan, kalabalıktan korkan ve asansör fobisi olan kadın ise yeni bitirdiği (ve erkeğin aksine terk edilen değil terk eden taraf olduğu) bir ilişkinin taze acısını yaşıyor ve bol ödüllü oyuncu Pilar López de Ayala’nın modern dünyanın yalnız kadınının havasını perdeye getirmeyi başardığı oyunculuğu ile pek çok kadın seyircinin de özdeşleşebileceği bir karaktere sahip. Kadının Miranda July filmlerindeki tiplemeleri hayli hatırlattığını da söyleyelim bu arada. Hikâye filmin son anlarına kadar bu iki karakteri sadece hayli başarılı tek bir sahne dışında hiç bir araya getirmiyor ve bu anlamda klasik romantik komedilerden de farklılaşıyor. Bu tek sahne filmi seyrederken sık sık kendini hatırlatan bir şarkıyı da net bir şekilde öne çıkardı benim için; Bülent Ortaçgil’in “Eylül Akşamı” şarkısının adeta sinema karşılığı bu hikâye. “Aynı anda aynı sessiz geceye doğru içim sıkılıyor diyen, onca yıl biri burada onca yıl diğeri burada ama yolları hiç kesişmeyen, aynı anda başka insanlara seni seviyorum diyen” bu karakterler pek çok seyirciyi kendisine çekecektir kuşkusuz.
Bir büyük şehrin, Buenos Aires’in çirkin ve güzel, yüksek ve alçak binalarının görüntüsü ile başlayan film insan ruhuna aykırı modern şehirlerin ruhumuzda yarattığı tahribata değinerek açılıyor ve jeneriksiz girişi ile seyirciyi doğrudan hikâyenin içine sokuveriyor. Sevimli animasyonların da arada eşlik ettiği ve hoş bir küçük mizahı olan film karakterlerinin monoton ve keyifsiz hayatlarına “yan duvarlarında bir pencere” açmalarını seyircinin ilgisini ayakta tutmayı başararak anlatıyor. Kapatıldığı balkondan sıkılarak aşağı atlayan köpek veya daracık balkonda bisiklet kullanmaya çalışan küçük çocuk gibi yan hikâyeleri ile film baştan sona ruhumuzu daraltan modern şehirleri en büyük problemlerimizin kaynağı olarak işaret etmekten kaçınmıyor. Karakterlerin sık sık yorum yapması, tespitlerde bulunması filmin keyifli anlarına kaynaklık ederken zaman zaman uzayan bu yorumlar bir parça monotonluk da yaratmıyor değil ama bu konuşmaların onların yalnızlığının uzantısı olduğu gerçeği anlaşılır ve kabullenilir kılıyor bu durumu açıkçası.
Taretto’nun senaryosunun temel başarısı hem anlatımını taze bir bakışla süsleyerek daha önce benzerini pek çok kez seyretmiş olduğunuz hikâyeyi “yeni” kılabilmesi hem de Buenos Aires’de geçse de bu hikayeyi evrensel bir içeriğe büründürebilmesinde yatıyor. Birbirine bu kadar yakın olup birbirlerini tanı(ya)mayanların yaşadığı büyük şehirlerin insanlarına binaların genelde en anlamsız görünen parçası olan yan duvarlarına pencere açmak metaforu üzerinden hep alıştıkları yerlere (binanın ön ve arka cepheleri) değil farklı yerlere (yan duvarlarına) bakmayı öğütleyen bu romantik komedi, büyük şehirlerin ruhsuzluğuna yine ancak insanın kendisinin ve aşktan aldığı destekle karşı koyabileceğini söylemesi ile de ilgiyi hak eden bir çalışma. Kapanış jeneriğinde iki baş oyuncu birlikte ilk kez 1966 yılında Marvin Gaye and Tammi Terrell tarafından düet olarak seslendirilen “Ain’t No Mountain High Enough” şarkısına keyifli bir biçimde eşlik ederken modern dünyayı kurtaracak, daha doğrusu dayanılır kılacak olan sadece aşk diyorlar adeta.
(“Sidewalls” – “Yan Pencere”)