Metro Manila – Sean Ellis (2013)

“Asılmak için doğduysan, boğulmazsın”

Karısı ve iki çocuğu ile iş bulabilmek için Manila’ya gelen yoksul bir Filipinli köylünün hikâyesi.

İngiliz yönetmen Sean Ellis’in İngiltere ve Filipinler ortak yapımı olarak çektiği ve senaryosunu Frank E. Flowers ile birlikte yazdığı bağımsız bir film. Tamamı Filipince çekildiği için 2014 yılında Yabancı Dilde En İyi Film dalında İngiltere adına aday gösterilen film temel olarak kahramanının filmde anlattığı bir hikâyede olduğu gibi çaresiz kalan, kendisini köşeye sıkıştırılmış hisseden bir adamın yaşadıklarını ve yaptıklarını anlatıyor. Yönetmenlik ve senaryonun yanısıra görüntü yönetmenliğine de imza atan Sean Ellis’in filmi kendisini ilgi ile seyrettiren ve özellikle son bölümleri ile de hayli etkileyici olmayı başaran bir film. Filipinler’den karşımıza getirdiği yoksulluk manzaraları ile de önemli olan film, hikâyesini anlatırken zaman zaman ticari sinema kalıplarına başvurması ve sondaki etkileyici ama hikâyenin asıl derdinin belki de önüne geçen finali açısından eleştirilebilir ama bunlar filmden keyif almaya engel değil.

Askerliğinden sonra bir fabrikada çalışmaya başlayan ama rakip firmaların mafyavari baskıları sonucu fabrikanın kapanması üzerine çiftçiliğe başlayan, orada da düşen fiyatlar ve düşük mahsul yüzünden ailesini geçindiremeyen bir Filipinli’nin iş bulmak üzere ailesi ile birlikte Manila’ya göç etmeye karar vermesi ile başlıyor hikâye. Bu giriş bölümünde Sean Ellis filminin nereye doğru ilerleyeceğini akıllıca işaret ediyor seyirciye. İyi yürekli ve köşeye sıkışmış bir adam ve bir yoksulluk hikâyesi (çiftçilerin pirincini satın alan tüccarın dükkanının kapısında belki bir avuç pirinç veya birkaç kuruş alabilme umudu ile bekleyen yoksul insanların görüntüsü çok etkileyici) anlatacağını söylüyor bize Ellis bu giriş ile. Sonrası büyük şehire yapılan yolculuk, burada karşılaşılan problemler, geçici ve kısa süreli bir mutluluk ve verilmesi gereken trajik bir karar… Ellis tüm bunları anlatırken Filipinler’den daha önce benzer yoksulluk hikâyeleri anlatan filmlerden farklılaşıyor gibi görünmese de hikâyesini akıcı ve inandırıcı bir biçimde anlatabilmesi ile kendisini göstermeyi başarıyor. Anlatırken de başarılı pek çok sahneye imza atıyor ve ülkeden çarpıcı gerçekleri getiriyor karşımıza. Adamın karısının konsomatrislik yapmak zorunda kaldığı gece kulübünden gördüğümüz insan manzaraları insanların diğerlerini nasıl ve sınırsız bir şekilde ve nereye kadar sömürebildiğini gösteriyor bize. Bulduğu bir işin para kazandırmadığını ve kelimenin gerçek anlamı ile karın tokluğuna yapıldığını gören adamın yaşadığı hayal kırıklığını, bir yardım teklifinin ardındaki kötü ve sinsi niyeti vs. belki bildik ve tahmin edilebilir olsa da sade ve tutarlı bir anlatımla çekici kılmayı başarıyor Ellis.

Hikâye kahramanının bir zırhlı kurye firmasında iş bulması üzerinden ülkedeki yoksulluğun tam zıddı bir hayatın sürüldüğü yerleri de -bir parça fazla öngörülebilir bir şekilde olsa da- sergileme fırsatı yaratıyor kendisine ve geleceğe yönelik umutsuzluğun ve korkunun ve belki de insanlar arasındaki adaletsizliğin temelde “iyi” olan karakterleri bile nasıl değiştirebileceğini gösteriyor. John Arcilla’nın canlandırdığı ve kahramanımızın iş arkadaşı olan Dong karakteri burada çıkıyor karşımıza ve hem kendi hayatını hem de kahramanımızınkini etkileyen olaylara neden oluyor. Arcilla’nın kusursuz performansı ile hayat verdiği bu karakterin -ne yazık ki seyirciyi gereğinden fazla kuşkulandırması nedeni ile yeterince şaşırtıcı olamayan- dönüşümü hikâyenin tüm derdinin bir özeti olarak nitelendirilebilir kesinlikle. Kahramanımızın karısının gece kulübünde geçen ve Manila’nın (aslında yozlaşma ve şiddet ile örülü hayatları olan tüm büyük şehirlerin) kötülüklerini sergileyen yan hikâye ise asıl hikâyeyi desteklemek için yazılmış olsa da gereği kadar bütünleşemiyor onunla ve bir parça zorlama görünüyor zaman zaman.

Başroldeki Jake Macapagal’ın karakterini hak ettiği bir şekilde, hem bir trajedi kahramanı hem sıradan bir adam olarak algılayabilmemizi sağlayan performansı ile canlandırarak renk kattığı filmde, yönetmen Ellis ticari sinemaya zaman zaman gereğinden fazla göz kırparak hikâyesine belki bir parça zarar veriyor ve örneğin “birlikte alınan mutlu bir duş”tan “yalnız alınan mutsuz bir duş”a kıyaslamamız beklenen sahneler gibi altı gereksiz çizilmiş anlar yaratıyor ama bunlar filmden keyif almaya engel değil. Sonuçta Filipinli usta sinemacı Lino Brocka’dan bir filmle karşı karşıya değiliz! Robin Foster’ın etkileyici orijinal müziği, Sean Ellis’e ait olan görüntülerinin parlaklığı ile dikkat çeken film açılış sahnesini açıklayan ve devamını gösteren akıllı finali ile etkileyici bir kapanış da yapıyor. Böylece filmimiz biri mutsuz diğeri “mutlu” son ile biten iki “kıstırılan adamın intikamı” hikâyesini ilgiyi üzerinden eksik etmeyen ve teknik sağlamlığına lâf edilemeyecek bir yetkinlikle anlatmayı başararak ilgiyi hak ediyor. Adamın gönülsüzce katıldığı bir “erkekler gecesi”ndeki suçluluk duygusu ile karısının gece kulübündeki sahnesinin üst üste getirilmesi ise etkileyici ama bir yandan da erkeklerin gecesini eleştirir gibi görünen gereksiz bir ahlâkçı tavır belki; yine de bu anların başarılı kurgusunun ve oyunculuklarının hatırına rahatça görmezden gelinebilir bir kusur bu.

(Visited 74 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir