“Çoğu zaman en kötü hayat kendimizinki sanıyoruz; fakat bence başkalarınkini gerçekten görebilsen, kendi pisliğini onlarınkine değişmezsin”
1990’lı yıllarda Los Angeles’ta yaşayan on üç yaşındaki bir çocuğun sorunlu ailesi ve kaykaycı arkadaşları ile geçirdiği yaz günlerinin hikâyesi.
Ünlü oyuncu Jonah Hill’in senaryosunu yazdığı ve yönettiği bir ABD yapımı. Hill’in ilk sinema yönetmenliği olan çalışma 90’larda geçen bir büyüme, daha doğru bir ifade ile, zamanından önce büyüme hikâyesi anlatıyor. Arkadaşlık, dayanışma ve alt sınıfların hayatları üzerine sözleri olan film diyaloglarından mekânlarına ve hikâyesine belgesel gerçekçiliğine yakın duruyor sık sık ve sadece 90’larda geçmesi ile değil, Hill’in senayosu ve mizansen çalışması ile de hoş bir nostalji duygusu yakalıyor. Zamanından önce büyümenin doğal sonucu olan sertliği dozunu aşan bir şekilde göstermesi ile belli bir rahatsız ediciliği olan ve bu nedenle olumsuz eleştiriyi de hak eden film Hill adına başarılı bir ilk yapıt olarak ilgiyi hak ediyor.
Çok genç yaşta ilk çocuğuna hamile kalan bir bekâr anne (babanın kimliği ve akıbetinin ne olduğu hikâye boyunca hiç dile getirilmiyor) ve on sekiz yaşındaki ağabeyi ile yaşıyor hikâyenin kahramanı Stevie. Sürekli elinde olan ama kullanmayı pek beceremediği kaykayı onun kendisinden birkaç yaş büyük arkadaşlardan oluşan bir çevre edinmesini sağlayacak ve buradaki ilişkileri hızla büyümesine ve bu âni büyümenin olumlu/olumsuz sonuçları ile yüzleşmesine giden yolu açacaktır. Arkadaşlığı ve dayanışmayı öğrenmekten kişiliğine ve özgüvene kavuşmaya, içki ve uyuşturucu ile tanışmaktan erken cinselliğe uzanan farklı sonuçlardır bunlar ve Stevie’nin her bir tercübesi üzerinden Jonah Hill dönemin Los Angeles varoşlarından gerçekliğinden (ya de benzer hayatların ve hikâyelerin yaşanmışlığından) kuşku duymayacağınız görüntüler yaratmayı başarıyor. Burada zorlama bir gerçekçilik, sahte bir belgesel üretimi değil söz konusu olan; tamamı kurgu olan karakterler ve olaylar aracılığı ile bize sahiciliğini tartışmayacağınız bir hikâye anlatıyor Hill. Aslında başı sonu olan bir hikâye değil bu; Stevie adındaki oğlanın gereğinden çok daha hızlı büyürken ve kısa sürede -yaşına göre- bir ömüre sığacak tecrübeleri yaşarken hissettiklerini ve eylemlerini görüyoruz temel olarak.
Nostalji duygusunun tümü ile sindiği bir film bu. Stevie’nin (Sunny Suljic) abisinin (Ian rolünde Lucas Hedges var) evden çıkarken kendisini “Odamdan uzak dur” diyerek uyarmasının ardından ne yapacağını ve çocuğun adeta bir tapınağa girer gibi girdiği odada ne hissedeceğini kardeş(ler)i olan herkes tahmin edebilir. Merak ve hayranlıkla birer birer dokunulan eşyalar, aralarında pek de sağlıklı bir ilişki varmış gibi görünmeyen iki kardeş için bir iletişim aracına dönüşüyor adeta. Bu gizli ziyarette alınan notlardan yola çıkılarak alınan on sekizinci yaş doğum günü hediyesinin verildiği sahne ise genç ve bekâr annenin (Katherine Waterston) birey olarak mutsuzluğunu ve tatminsizliğini göstermek adına hayli önemli. Hikâyenin nostaljisini hayli sıkı bir soundtrack seçimi de destekliyor. Trent Reznor ve Atticus Ross’un, Nine Inch Nails grubundaki iş birliklerini burada da sürdürerek hazırladıkları orijinal müziğin hikâyeye uygunluğunun da katkısı ve seçilen şarkıların doğruluğu ile film 90’ları anlatandan çok, 90’larda çekilmiş bir film havası yakalıyor.
Hill’in senaryosunun üç sıkıntılı ve tartışılması gereken içeriği var: Birincisi Stevie’nin yaşadıklarının sadece sergilemekle yetinilmesi ve Hill’in varoşlardaki hayatın gerçeklerini sorgulamaya hiç soyunmaması. Burada ille de bir politik tavırdan söz etmiyorum ama gençlerin konuşmalarına yansıyan gelecekle ilgili korkular ve belirsizlikler üzerinden bir eleştiriye yaklaşması gerekirdi senaryonunun. Bunun yerine, “İşte burada hayatlar böyle(ydi)” gibi bir söylemle yetiniyor Hill. İkinci sıkıntı ise, başta cinsellik olmak üzere küçük oyuncuların yer aldığı sahnelerin rahatsız ediciliği. Gösterilenlerin veya burada konuşmalara yansıdığı üzere işittirilen sözlerin gerçekçi olması bu rahatsız ediciliği azaltmıyor. Hill ille de göstermenin gerekli olmadığı bir şekilde halledebileceği sahneleri ya bu durumu rahatsız edici bulmadığından ya da kolaya kaçarak sergilemeyi tercih etmiş. Filmin eleştirel olmaktan kaçınmasının da sonucu olan bu tercih bir üçüncü problemin de kaynağı aynı zamanda: Diyaloglar rahatsız edici boyutta homofobik, cinsiyetçi vs. Evet; anlatılan hayatlar bu konuşmaları, kullanılan sözcükleri, hayata bakışları ve maçoluğu da içine alan tüm bu unsurlara sahip olabilir ama bir seyirci olarak siz filmin (ve yaratıcılarının) bu olumsuzluklar karşısında nerede durduğunu sorgulama hakına sahipsiniz ve bunun cevapsız bırakılması rahatsız edebiliyor elbette. “Teşekkür etmenin gay işi” olduğunu düşünen karakterin karşısına yine sokaklardan bir karşıt düşünce koyma örneği türünden seçimler daha fazla olmalıydı kesinlikle.
Stevie’nin sokağa uyumu arttığı ölçüde aynı hızla masumiyetinin kaybolması, annenin çekmecesinden para çalma sahnesi, sokak hayatının olduğu gibi karşımıza getirilmesinin sağladığı etkileyicilik ve karakterlerini yargılamaması ile ilgiyi hak eden bir çalışma bu. Stevie’nin arkadaşlarını canlandıran oyunculardan (Na-kel Smith, Olan Prenatt, Gio Galicia ve Ryder McLaughlin) özellikle Ray rolündeki Na-Kel Smith’in doğal ve sade performansı ile göz doldurduğu, hikâyenin kahramanını oynayan Sunny Suljic’in ise oldukça olgun bir oyunculukla karakterinin sevimliliğinin, arayışlarının ve tüm yaşadıklarının seyirciye geçmesini sağladığı film zaman zaman bir senaryo için alınmış notlar havasına bürünmesi ile bütüncüllük problemi yaşasa da ilgiyi hak eden bir yapıt. Anneye ve özellikle de Ian karakterine daha fazla ilgi (açıkçası Ian’ın hikâyesi oldukça dokunaklı bir film için çok güçlü bir çıkış noktası olabilir) gösterme fırsatını değerlendirmeyen yapıt, kusurlarına rağmen ilginç ve başarılı bir yönetmenlik çalışması.