Miele – Valeria Golino (2013)

“Uymamız gereken kurallarımız var bizim: Keşke ve görüşürüz diyemeyiz; gelecek zamanlı cümleler kuramayız”

Ötanazi kararı almış ölümcül hastalığı olan veya iyileşme umudu kalmayan hastalara kararlarını gerçekleştirmeleri için yasa dışı olarak yardımcı olan genç bir kadının hikayesi.

İtalyan oyuncu Valeria Golino’nun 2010 yılında çektiği bir kısa filmle giriş yaptığı yönetmenlik kariyerinin ilk uzun metrajlı sinema filmi. Mauro Covacich’in “A Nome Tuo – Senin Adına” adlı romanından uyarlanan ve Golino’nun da senarysonunun yazımına katkıda bulunduğu eser irili ufaklı pek çok festivalden ödülle dönmüş ve Cannes’da da hem Altın Kamera hem “Belirli Bir Bakış” bölümünde yarışıp Ekümenik Jüri’nin ödülünü kazanmayı başarmış. İddiasız bir anlatım tarzını seçmiş olması ve ötanazi gibi çetrefilli bir konuyu ele almasına rağmen Golino’nun bu ilk filmi ile yönetmenliğini ispatladığını söylemek mümkün kesinlikle. Hatta sanatçının duygusallığa epey açık bir konunun bu cazibesinin tuzağına düşmeden oldukça olgun bir dil kullandığı söylenebilir rahatça. Baş roldeki genç oyuncu Jasmine Trinca’nın hemen her karesinde göründüğü ve ekonomik oyunculuğu ile başarılı biçimde sürüklediği çalışma tümü çekici olan şarkılarının kullanımında zaman zaman bilinen yollardan ilerlese de ve ikinci yarısında ilk yarısına göre daha geleneksel bir akış tuttursa da kesinlikle ilgiyi hak eden bir ilk film.

Tam bir soğukkanlılıkla yaptığı yasadışı işinde hayli başarılı görünen kadının ailesine ve evli sevgilisine yalanlar söyleyerek yürüttüğü mesleğinde bir gün ölmek isteyen yaşlı bir hasta ile karşılaşması sonucu değişen durumunu anlatıyor hikâye temel olarak. Asıl adı Irene olan kadın mesleğini icra ederken filme de adını veren “Miele – Bal” adını kullanıyor ve kendisi ile temas kuran bir hastabakıcı ve onunla temas kuran doktorlar aracılığı ile bulunan ötanazi isteyen hastaların bu dileklerini yerine getirmelerine yardımcı oluyor. Hiç sorgulamdan yaptığı işinde karşılaştığı yeni hasta ise hem hayata bakışını etkileyecek hem de yaptığı işi sorgulamasına neden olacaktır. Hikâyenin ötanazi gibi zor bir konuyu ele alırken objektifliğini hiç yitirmemesini ve kolayca düşülebilecek duygusallık tuzağından sıyrılabilmesini saygı ve takdirle karşılamak gerek öncelikle. Senaryo nadiren gözyaşının peşine düşüyor ve bunda sadece senaryonun değil Trinca’nın bilinçli ve doğru seçilmiş soğuk oyununun da ciddi payı var. Golino’nun adeta özellikle dizginlemiş göründüğü mizanseninin de katkısı ile ötanazinin hem taraftarlarının hem karşı çıkanlarının hikâyede savunduklarına uygun unsurlar bulması mümkün ve kadının kendisini ve işini sorgulamasını sağlayan yaşlı adamın seçimi, daha doğrusu seçimleri de yine hikâyenin bu tarafsızlığına gölge düşürmeyen ve filme de “zarif” bir son armağan eden bir unsur.

Ağırlıklı olarak İtalya’da geçen ama yasadışı ilaçların satın alınması için kahramanımızın yaptığı ziyaretler nedeni ile Meksika’ya ve yaşlı adamın dileğine uygun olarak kadının “bir deney yapmak” için Süleymaniye Camii’ne gelmesi ile vapurda ve camide geçen sahneleri için İstanbul’a da uğrayan filmimiz ölüm ve yaşam arasında gidip gelen, yaşamak isteyen ama elindeki hayatı da yaşanmaya değer görmeyen insanların seçimleri üzerine seyirciyi de düşündürtecektir kuşkusuz. Yine de filmin asıl odak noktası ötanazi veya onu tecih eden insanlar olmaktan çok kadının seçimleri ve sorgulamaları gibi duruyor. Ve bunlardan da önemlisi, kadının yaptığı iş nedeni ile adeta “insan olmaktan uzaklaşması” hikâyenin odağında duruyor. Ona nereye kadar ilerlediğini sorgulatan ise yaptığı seçim ile kendisini şaşırtan ve işini yaparken sığındığı gerekçelerin kendisi için aslında belki de o kadar güçlü olmadığını hissettiren yaşlı adam oluyor. İtalyan oyuncu ve asıl olarak tiyatro oyunları ile parlak başarılar kazanmış Carlo Cecchi’nin kolayca klişeye kaçabilecekken tam tersine akıllıca yazılmış diyaloglar eşliğindeki sıkı performansı ile canlandırdığı adam kadının hayatının bundan sonraki akışını da değiştiriyor. İtalyanca, İngilizce ve Fransızca şarkıları belki alışıldığı biçimde ama şarkıların gücü nedeni ile yine de etkileyici biçimde kullanmayı başaran filmde Golino, Gergely Pohárnok’un görüntülerinden de ciddi katkı sağlamış filme ve geleneksel dile genellikle sadık kalsa da kısıtlı sayıdaki kimi küçük kamera oyunları (açılışta buzlu camın arkasındaki görüntü veya kadının ve yaşlı adamın camdaki yansımaları vb.) ile standartın dışına çıkmaktan da çekinmemiş.
Filmin daha parlak bir başarıya ulaşmasını engelleyen ve yukarıda sıraladığım kimi küçük kusurlarına eklenen başkaları da var açıkçası. Kadının bu işi yapmasındaki ima edilen psikolojik gerekçe fazla tanıdık örneğin ve ikinci yarısında gerek mizanseninin daha bilinen yollara sapması gerekse hikâyesinin filme gerekli olan “soğukluğunu” bir parça kaybetmesi de bunlara eklenebilir. Özetle, Golino bu ilk filminde hikâyesini doğru seçimlerle ve olgun bir anlatım ile karşımıza getirirken, bir bireyin kendisine ördüğü kalın duvarın yavaş yavaş parçalanışını ilgi ile izlettirmeyi başarıyor.

(“Honey” – “Bal”)

(Visited 216 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir