Miller’s Crossing – Joel Coen (1990)

“Hiç kimse birisini bu kadar iyi tanıyamaz”

30’lu yılların içki yasağı döneminde farklı gansgter grupları arasında dengeli davranarak ayakta kalmaya çalışan bir adamın hikâyesi.

Coen kardeşlerden Joel Coen’in yönettiği, Ethan Coen’in yapımcılığını üstlendiği ve senaryosunu birlikte yazdıkları bir film. Carter Burwell imzalı çok başarılı bir müzik çalışmasının eşlik ettiği film temiz ve başarılı bir görüntü yönetim ile hikâyesini biraz stilize bir tonda ve çok keyifli bir biçimde anlatıyor bize.

Hemen tüm Coen filmlerinde olduğu gibi yine benzersiz karakterlerin geçit töreni yaptığı bir film bu. Karakterler harika diyaloglar eşliğinde ve her biri hikâyenin temel parçalarından biri olarak hayatlarını yaşıyorlar. Bir parça “cool”, zeki ve kötülerin dünyasında en azından o dünyanın ölçülerine göre iyi yürekli kahramanımız, gansgter çetelerinin liderleri, kadınlar, tetikçiler ve tüm diğerleri kendi paylarını alıyorlar filmde ve seyirciyi kesinlikle eğlendiren ve heyecanlandıran olaylar yaşıyorlar. Gabriel Byrne ve Marcia Gay Harden diğer tüm karakterlerin kendilerini öne çıkaran bir belirgin özelliği, vücut dili olduğu ve bu karakterleri canlandıran Albert Finney, John Torturro, Steve Buscemi ve Jon Polito gibi oyuncuların dozunda ve filmin havasına çok uygun hafif abartılı oyuncuklarına karşılık çizdikleri “cool ve melodramatik” karakterlerle kendilerini öne çıkarıyorlar. Harden bir kara film karakteri rolünde masumiyeti film boyunca son ana kadar belirsiz kalan kadını tam da bu tür filmlerin havasına uygun bir karakter olarak yaratıyor. Byrne ise kendisinin de bir parçası olduğu bu suçlular dünyasında o dünyaya özgü bir barış ve iyilik peşinde olan ve hem olayların tam göbeğinde olan hem de kendini bu pisliklerden sıyırmayı başarmış karakterini bir asil havayı yaratarak oynuyor. Hikâye boyunca tıpkı Othello’daki Iago karakteri gibi gerçekleri çarpıtan ve diğer karakterleri “zehirleyen” kahramanımız sinemada kalıcı karakterlerden biri oldu şüphesiz. Sonuç olarak tüm oyuncu ekibine koca bir alkış performansları için.

Joel Coen filmde pek çok keyifli sahneye imza atmış. Gangster liderlerinden birinin evine baskın sahnesi mizanseni, kameranın yumuşak hareketleri ve “koreografisi” ile sinemaseverlere tadını damağında bırakacak anlar sunuyor. Müziğin eşlik ettiği ve sahnenin bir parçası olmayı başardığı görkemli bir sahne bu. Benzer biçimde depoda geçen kavga sahnesi de kamera açıları ve evet yine koreografisi ile çok çekici. Kahramanımızın bir yandan kendisini hayatta tutacak dengelerin peşinden koştuğu, bir yandan sürekli dayak yediği ama şansının da bir şekilde kendi gösterdiği bu filmde “şapkasını başında tutmaya” çalışıyor. Evet bir sembol olarak o döneme özgü fötr şapka çoğunlukla sahibinin “düşmesini” sembolize edecek şekilde görüntüye geliyor. Kahramanımız da düşünde rüzgârda başından düşen şapkasının peşinde koşuyor sürekli.

Coen’lerden amaçladığı eğlendiriciliğe kesinlikle ulaşan, gerektiği kadar komik ve gerektiği kadar heyecanlı, karakterlerine aşık olacağınız bir film. Finaldeki son bakış sahnesi ile de kapanışını çok vurucu bir biçimde yapan bu film yozlaşan bir toplumun eleştirisine değil sadece çarpıcı bir çekilde resmedilmesine soyunuyor belki ama sinemada her zaman bu kadar yüksek kalitede bir sonuç vermiyor bu çaba. Ticari sinemanın böylesine kaliteli örneklerine şapka çıkarmak gerekir.

(“Miller Kavşağı”)

(Visited 86 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir