Muriel Ou Le Temps D’Un Retour – Alain Resnais (1963)

“Mutluluk gözümüzün önünde durur ama görmeyiz; gelecekten korkmayı ve geçmişten hayıflanmayı tercih ederiz”

Askerden yeni gelen üvey oğlu ile birlikte yaşayan ve antikacılık yapan bir kadını ziyarete gelen eski sevgilisinin geçmişi, hatıraları ve travmaları canlandırmasının hikâyesi.

Senaryosunu Jean Cayrol’un yazdığı, yönetmenliğini Alain Resnais’nin yaptığı Fransa ve İtalya yapımı bir film. Venedik’te Altın Aslan için yarışan ve sinema tarihinin en başarılı kurgularından birine imza atan Kenout Peltier ve Éric Pluet’nin müthiş çalışmaları ile hatırlanan bir klasik, hatta bir başyapıt olan film kişisel olanla politik olanın iç içeliğini güçlü bir biçimde kanıtlayan; geçmişle yüzleşememiş ve onunla ilgili gerçeklerden emin olamayan, geleceğe ise endişe ile bakan karakterleri ile Fransız sinemasının önemli çalışmalarından biri. İlk büyük çıkışını, metnini yine Jean Cayrol’un yazdığı “Nuit et Brouillard“ (Gece ve Sis, 1956) ile yapan Resnais’nin her zaman entelektüel bir tutumdan yana olan tavrının da iyi bir örneği olan bu çalışmasındaki performansı ile Venedik’te ödül kazanan Delphine Seyrig’in mükemmel oyunculuğuna da dikkat!

Kuzey Fransa’da, ülkenin İngiltere’ye en yakın şehirlerinden biri olan Boulogne-sur-Mer’de 1962’de geçiyor hikâye. Orta yaşlı dul bir kadın olan Hélène (Delphine Seyrig) antikacılık yapmaktadır ve Cezayir’deki askerliğini tamamlayarak şehre dönen üvey oğlu Bernard (Jean-Baptiste Thiérrée) ile yaşamaktadır. Bernard annesi ile hiç tanıştırmadığı Muriel adında bir kızla çıkarken, kadın da Roland adında bir adamla (Claude Sainval) flört etmektedir. Kadının eski sevgilisi olan Alphonse (Jean-Pierre Kérien), Hélène’in daveti üzerine ve yanında yeğeni olduğunu söylediği, Françoise adında ve yaşı kendisinden hayli küçük bir genç kadınla (Nita Klein) onları ziyarete gelir. Bu ziyaret karakterler için geçmiş ve anılarla yüzleşme, hesaplaşma ve onları canlandırma fırsatı (ya da zorunluluğu) yaratırken, bir yandan da gerçek anılarla hayal edilenlerin arasındaki sınır yok olacak ve film acıların tekrar yaşanılmasının kaçınılmazlığını işaret edeecktir. Kaçınılmazdır; çünkü hikâyenin karakterlerinin yaptığı gibi, insanlar gerçek olana sırtını dönmekte ve öğrenmemeyi seçmektedirler.

Alman besteci Hans Werner Henze’nin gizemin, belirsizliğin ve tedirginliğin melodilerini taşıyan müzikleri filmin en önemli kozlarından biri olan kurguyu kendi alanında güçlü bir biçimde destekliyor. Çoğunlukla statik olan kameranın görüntülediği sahnelerin “iç kurgusu”na uygun bir aritmetiği var bu müziğin ve eşlik ettiği görüntünün etkisini artırıyor ilginç bir şekilde. Alman-Rus şarkıcı ve koloratur sopranoların en ünlü isimlerinden biri olan Rita Streich’nin seslendirdiği “şarkı”lar, aslında 1928 tarihli bir müzikal için yazılmış olan ve filmde enstrümansız olarak seslendirilen “Déja” ve Georges Delerue imzalı “Sujux Day”i de ekleyince, filmin bu alanda tıpkı hikâyesi ve sinema dili gibi ayrıksı tercihlerde bulunduğunu söylemek mümkün.

Açılış sahnesinden başlayarak farklı bir filmle karşı karşıya kaldığımızı anlıyoruz. Antikacıya özel bir dolap siparişi veren kadının görüntülerinin arasına kapı tokmağına uzanan eldivenli bir el, ocaktaki çaydanlık, halı, duvar saati gibi nesnelerin kısa görüntüleri girip duruyor ve Resnais sanki bu eşyaların kadının yaşamındaki yerini (antika işini evinden yapmaktadır ve sattığı eşyalar da evinin içindedir) ya da onun bu nesneler üzerinden değerlendirilmesi gerektiğini söylüyor bize. Bu ilk sahnenin de gösterdiği gibi, netlikler peşinde koşmuyor Resnais ve karakterlerin birbirlerinin hatırladıkları geçmişleri sorgulamaları gibi gerçeğin ne olduğunu seyircinin de sorgulamasını, bir bakıma kendi gerçeğini bulmasını / yaratmasını bekliyor. Zaman zaman küçük oyunlarla belirsizliği hep canlı tutuyor bu tutumun sonucu olarak. Bu belirsizliklerin, gizemin en önemlisi ise herhalde, filme adını veren Muriel karakteri. Onun kim olduğunu sadece Bernard biliyor ve onu gören tek kişi de o; genç adam ondan, farklı kimselere kız arkadaşı veya nişanlısı olarak söz ediyor ama biz hiç görmüyoruz bu kadını. Muriel’in kimliğini ve önemini ancak, Bernard’ın askerde birlikte olduğu bir başka adamla (Robert rolünde Philippe Laudenbach var) olan konuşmalarından anlayabiliyoruz hikâye ilerledikçe.

Filmin kurgu anlayışındaki farklılığını gösteren pek çok örnek var. Sahne içinde görüntüleri tekrarlama, bir gece sahnesinde konuşan karakterlerin görüntülerinin arasına şehrin gündüz görüntülerini yerleştirerek ânın “doğal”llığını bozma ve bir zıtlık duygusu yaratma, sahne içinde görüntülerin atlayarak ilerlemesi gibi farklı tercihlerle film, bu alanda kesinlikle farklı bir yere yerleşiyor sinema tarihinde ve kurguyu adeta insan hafızasının çağrışımlar ve hatıralar / hatırlanmayanlar üzerinden ilerlemesinin ve aynı anda birden fazla işlevi yerine getirebilme becerisinin (ya da lanetinin) karşılığı olacak şekilde kullanıyor. Sonuçta adına uygun bir şekilde geçmişin, geri dönmenin sinemasal karşılığı bu kurgu anlayışı ve hikâyenin benzer şekilde işlemesini güçlü bir şekilde destekleyen bir mekanizması var. Evet, filmin öyküsü geçmiş üzerine kurulu olduğu gibi farklı öğelerle de destekliyor bunu Resnais. Örneğin hikâyenin önemli bir kısmının geçtiği ev, her ne kadar yeni olsa da, kadının mesleği gereği evinde yer alan antika eşyalar bir geçmiş zaman hissini hep öne çıkarıyor. Çekimlerin gerçekleştirildiği Boulogne-sur-Mer şehri için “savaşta yıkılıp yeniden yapıldığı”ndan söz ediyor karakterlerden biri ki geçmişin yeniden inşa edilmesine ve geçmiş ile gelecek arasında bir yerde durmaya bir gönderme olarak görebiliriz bunu. Alphonse’un bir başka kadınla olan ilişkisini anlattığı hikâye için, Hélène’in “Ama bu bizim hikâyemiz” tepkisi vermesini de geçmişle oynama, onu manipüle etme ya da yeniden yaşama arzusunun uzantısı olarak görmek mümkün. Belki en ilginç örneklerden biri de bir sahnede karşımıza çıkan bir film afişi: Jean Epstein’in yönettiği, 1938 tarihli “La Femme du Bout du Monde” adlı film o sahnede gördüğümüz sinemada gösteriliyor olabilir eski bir film olarak ama Hélène ile Alphonse’un savaş öncesinde ayrıldıklarını konuştuklarını hatırlayınca başka bir anlam kazanıyor bu afiş ve adeta geçmişe dönülerek, onun kendisini tekrar ettiği söylenmek isteniyor.

Film Cezayir’in bağımsızlığına giden yolu açan savaşın bitiminden hemen sonra çekilmiş ve öyküde de önemli bir yer tutuyor. Alphonse’un da Bernard gibi Cezayir geçmişi var, öykünün göbeğinde yer alan Muriel karakteri Cezayir ile bağlantılı ve Bernard’ın, asker arkadaşı Robert ile olan diyalogları ve finaldeki sürpriz eylem de yine Cezayir savaşında yaşananların sonucu. Alphonse’un “Tüm ırklara saygı duyarım, Araplara bile” ifadesi ve Muriel’in öyküsünü anlatmak isteyen Bernard’a Robert’in “Bu anlatılabilecek bir hikâye değil” diyerek savaş suçlarına gönderme yapması filmin yaratıcılarının Cezayir Savaşı ile ilgili tutumunun ve bu savaşı her iki tarafta da neden olduğu trajediler ve travmalarla eleştiri konusu yapmalarının doğal sonucu kuşkusuz. Resnais arada gerçek belgesel görüntüleri de (Fransız askerlerinin eğitimleri, kampları vs.) kullanarak öykünün bu boyutunun ciddiyetini ve Bernard’ın karanlık ruh halini daha iyi anlamamıza da yardımcı oluyor.

Zaman ve zamanın geri döndürülemezliğini söylemeyi de ihmal etmiyor film. “Déja” adlı şarkının filmin genel havasından beklenmeyecek bir biçimde ama bir Amerikan müzikalinin gösterişli yapaylığından uzak, akapella ve adeta bir sohbette konuşur gibi söylendiği sahne bu vurgunun örneklerinden biri. “Genelde 25’te başlarız yaşımız hakkında konuşmaya / 35’te ya da 40’ta daha sık bahseder oluruz / 50’mizde daha az bahsederiz / Böyle işte / İyice yaşlanınca / Bahsetmez oluruz artık yaşımızdan” diyen bu şarkı karakterlerin her birinin geçmişleri ve genel bir kavram olarak geçmişle ve bir ânı geçmişe ait kılan zamanın geçip gidişi ile ilgili duygularının da tercümanı oluyor bir bakıma.

Fransız sinemasının güçlü oyuncularından Delphine Seyrig’in karakterinin her an diken üstünde durur görünen; endişeli, kararsız ve aceleci tavrını müthiş bir doğallıkla canlandırdığı filmi Resnais Venedik Festivali’ndeki basın toplantısında “Günümüzün o mutlu denen toplumunun kırık / huzursuz hâlini anlatıyor” cümlesi ile tanımlamış ve öyküdeki karakterlerin “Kurulmakta olan yeni dünyadan korktuklarını ve onunla nasıl yüzleşeceklerin bilemedikleri”ni söylemiş. Bu bağlamda Bernard’ın filmdeki bir sözü ayrıca anlam ve değer kazanıyor: “Onların (Cezayirlilerin) en azından inandıkları bir devrimleri vardı; peki biz geri dönünce ne yapacağız?”. Susan Sontag’ın duygusal açıdan soğuk bulduğu ama seyirciyi yabancılaştırıcı olduğunu söylediği ve sinemadan çok edebiyata ait göründüğünü söylediği kurgusunu övdüğü film Resnais filmografisinin en ilginç yapıtlarından biri kesinlikle.

(“Muriel” – “Acı Hatıralar”)

(Visited 71 times, 6 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir