“Dedemi huzurevine gönderip, evi satmanız çok yanlış”
Küçük kardeşi ve babası ile birlikte dedesinin evine yerleşen bir kız çocuğunun, yanlarına gelen halası ile birlikte değişen hayatının hikâyesi.
Yoon Dan-bi’nin yazdığı ve yönettiği bir Güney Kore filmi. Bu ilk yönetmenlik çalışmasında Yoon Dan-bi bir yaz boyunca süren hikâyesinden, karakterlerine saf bir sevgi ve anlayış ile yaklaşan ama tarafsızlığını da koruyan, gerçek hayatın içinden çekilip karşımıza getirilmiş karakterlerinin sahiciliğini her ânında hissedeceğiniz ve kalbiniz ile de izlemeniz gereken bir film çıkarmış ortaya. Aile içi ilişkiler, güçlükleri sevgi ve dayanışma ile aşma çabaları, ilk aşk acısı ve büyümenin zorluklarına eğilen film aksiyonlu hikâyelerden hoşlananların pek ilgisini çekmeyecektir ama sinemada insanla (bir başka ifade ile söylersek, kendisi ve benzerleri ile) karşılaşmak isteyenlerin kesinlikle görmesi gereken bir yapıt.
Herhalde bir kentsel dönüşüm çalışması yüzünden yıkılacak, benzerleri gibi yoksul bir mahallede yer alan boş evinin mutfağına bakan bir genç kız olan Ok-ju’yu (Choi Jung-un) görüyoruz önce. Babası (Heung-ju Yang) ve küçük erkek kardeşi (Seung-jun Park) ile yazı geçirmek üzere dedelerinin evine taşınacaklardır. Taklit spor ayakkabıları satan babası annesinden ayrı yaşamaktadır ve erkek kardeşinin aksine genç kız annesine karşı hiç de olumlu duygular beslememektedir. Aile yaşlı ve hasta olan dedenin yanına taşındıktan bir süre sonra, sorunlu bir evliliği olan hala da onlara katılır ve önemli bir kısmı bu evin içinde geçen hikâye bu dört ana karakter üzerinden her ânı ile gerçek görünen hayatları seyircinin karşısına yalın ve sıcak bir dil ile getirmeye başlar.
Karakterler ve aralarındaki ilişkiler -hikâye günümüzde ve Kore’de geçiyor olsa da- her zamana ve topluma uygun bir içeriğe sahip. Hirokazu Koreeda’nın Japon toplumu için yaptığını, genç yönetmen Yoon Dan-bi Güney Kore toplumu için yapıyor ve ondan bir adım daha da ileri giderek hikâyesizliğe çok daha fazla yaklaşıyor. Yönetmen, bir genç kızın büyümesi sırasında aile içinde tanık ve parçası olduğu gelişmeleri onu odağa alsa da, her karakterine eşit bir mesafede bakabilen bir anlayışla ele almış. Aralarında -çoğu doğal- ufak tefek anlaşmazlıklar olsa da, tümü iyi yürekli bu insanların ve hayatta kalma mücadelelerini sakinlik ve alçak gönüllülükle yürütüyorlar. Sık sık hastaneye götürülmesi gereken dede, anneleri olmadan iki çocuğuna bakmaya çalışan baba ve eşi ile sorunları olan hayat dolu hala gibi karakterlerin ortak yaşamlarının bir parçası olarak hissetmenizi sağlamış yönetmen. Büyük laflar edilmiyor hiç hikâye boyunca ve trajik (zorlama) gelişmeler olmuyor hiç; bu dört karakter “gerçek hayatlar”ında ne olabilecekse, onları yaşıyorlar sadece. Bu bakımdan bir belgesel tarafsızlığı ve yaklaşımı da var filmde ama yönetmenin her bir karakterine sevgi ve saygı ile yaklaştığı bir belgeselin dilini ve yaklaşımını tercih etmiş yönetmen tam da yapması gerektiği gibi.
Başta dedenin evde tek başınayken dinlediği özleyiş temalı şarkı olmak üzere, hikâye boyunca birkaç kez kulağımıza gelen melodileri de tıpkı filmin kendisi gibi bir nostalji, özlem ve hüzün atmosferi yaratacak şekilde seçmiş yönetmen. Hikâyenin başında kardeşle odayı (ve cibinliği) paylaşmama sertliğinin hikâyenin sonunda dönüştüğü tavrın sevgiyi ve aile bağlarını, cenaze yemeğinde oğlanın dansının yarattığı eğlencenin ise hayatın gerçeklerinin ve ne olursa olsun yaşamaya devam etmenin gerekliliğinin sembolü olduğu filmin orijinal adı “Kardeşlerin Yaz Gecesi” anlamına geliyor dilimizde. Uluslararası pazarlar için seçilen “Moving On” (Yola Devam) ise hikâyeye daha yakışan bir isim olmuş sanki. Sonuçta Yoon Dan-bi kriz içindeki bir ailenin dünyanın dört bir yanında benzerlerini görebileceğimiz hikâyesini bu devamın doğal gerekliliği üzerine kurmuş ve seyirciyi de bu düşüncesinde yanına çekmeyi başarmış görünüyor. Ekonomik zorluklar ve değişen toplumsal bağların yalnızlaştırdığı bireylerin birlikte hareket etmeleri gerektiğini sesini hiç yükseltmeden ve mesaj kaygısına düşmeden anlatabilen film Kim Gi-hyeon’un kahramanlarına zarafetle yaklaşan ve hikâyenin yaşandığı evin kendisini de karakterlerinden birine dönüştürebilen görüntü çalışması ile de dikkat çekebilir.
Üç neslin bir arada yaşadığı bir evde karakterler arasındaki sessizliği de diyalogların bir parçası yapabilen filmin yönetmeni, Japon usta Yasujirô Ozu’nun 1959 yapımı “Ohayô” (Günaydın) filmini ilk kez gördüğünde Ozu’yu arkadaşı gibi hissettiğini söylemiş ve kendi çalışmasının da aynı duyguyu yaratmasını umduğunu ifade etmiş Screen Daily ile röportajında. Açıkçası sadece bu açıdan bakıldığında bile başarılı ve görülmesi gerekli bir çalışma bu ve bir yakın dostun sığınabileceğiniz sıcaklığını her karesinde geçiriyor seyirciye.
(“Moving On” – “Yola Devam”)