Napló Gyermekeimnek – Márta Mészáros (1984)

“Beni yanlış anlama ama bu dar, faydacı, burjuva mantığı Batı’ya göçenlere özgü bir şey. İdeolojik bağlılığın en güçlü şey olduğunu fark edemiyorsun”

Ebeveynleri komünist rejimin ve Stalin yönetiminin kurbanı olan ve evlat edinilen bir kızın Sovyetler Birliği’nden kendi ülkesi olan Macaristan’a döndüğünde karşılaştığı politik durumun ve bağımsızlığını elde etme çabasının hikâyesi.

Márta Mészáros’un kendi hayatından yola çıkarak yazdığı ve yönettiği bir Macaristan yapımı. Bu ilk filminden sonra, devamı olarak kabul edilebilecek iki “günce” filmi daha çeken Mészáros’un bu yapıtı Cannes’da Jüri Ödülü’nü kazanmıştı. Otoriter ve kişilerin bireyselliğini ezen, ideolojik bağımlılığın diğer her şeyden üstün tutulduğu bir toplumda bir genç kızın kendi kişiliğini bulma, ailesine olanlarla yüzleşme ve tüm engellere karşın inatla bağımsızlığını koruma çabasını anlatıyor film. Komünizmden Batı tipi demokrasiye geçişin en rahat gerçekleştiği ülkelerden biri olan ve tarihinde 1956 Ayaklanması adı verilen, Stalinist uygulamalara karşı bir direniş hareketi de (Batı’nın bu direnişteki tartışmasız teşviğini de unutmamak gerek kuşkusuz) bulunan Macaristan’da politik dönüşüm 1980’lerde başlamış ve 1989’da sonuçlanmıştı. Mészáros’un, hikâyesi ağırlıklı olarak 1940’ların ikinci yarısında geçen yapıtının çekilebilmiş olmasını da açıklayan bir durum bu ve yönetmen hayli sert bir eleştiride bulunabilmiş ülkesinin komünist dönemine ve bu ideolojinin sadık isimlerine. Politik hikâyesinin içeriği ve Batı ülkelerinin ilgili politik dönüşümü teşvik etmesi Cannes’da alınan ödülün açıklamalarından biri olabilir kuşkusuz ama bu, filmin sinema değerini azaltmıyor. Yönetmenin kendi kişisel tarihini, öfkesini ve sorgulamalarını genellikle açık ve güçlü bir biçimde seyirciye geçirebildiği, sinemanın politik olmaktan çekinmediği günleri özlememizi sağlayan ve klasik sinema dili ile değer taşıyan bir çalışma bu.

Üç günce filmi çekmiş Mészáros: 1984 tarihli “Napló Gyermekeimnek” (Anı Defteri), 1987 yapımı “Napló Szerelmeimnek” (Sevgililerime Günce) ve 1990 tarihli “Napló Apámnak, Anyámnak” (Anne ve Babama Günce). Kendisinden yola çıkarak yarattığı Juli karakteri aracılığı ile Macaristan’ın 1940’lardan sonraki tarihinin izlerini süren yönetmen için hayli kişisel yanı var bu eserlerin kuşkusuz. Ebeveynleri SSCB’ye göç eden, annesi orada doğum yaparken ölen, babası ise Stalin yönetimi tarafından kampa gönderilip orada infaz edilen yönetmen evlat edinilerek Macaristan’a dönmüş ve 1946’da sinema okumak için geldiği okulu sürekli kırıp sinemaya gitmesinin de gösterdiği gibi o da sinema meraklısıdır tıpkı yönetmenimiz gibi. Mészáros babasının toplama kampında öldürüldüğünün resmî teyidini infazdan ancak 60 yıl sonra, 1999’da alabilmiş. Bir birey için hayli ağır travmalarla dolu bir çocukluk demek bu ve Mészáros has bir sanatçıya yakışacak şekilde bu kişisel travmalarından yola çıkan ama evrensel bir boyut ve içeriğe sahip yapıtlar üretmiş “Günce Üçlemesi” ve tüm filmografisi le.

Macaristan’a dönüşle açılıyor film; Juli “büyükbaba” ve “büyükanne” olarak adlandırdığı iki yaşlı insanla birlikte Macaristan’a dönüyor. Bu yaşlıların kızı olan ve komünist rejime tam bir bağlılık taşıyan, kendisini evlat edinmek isteyen Magda’nın evine gelmektedirler. Film bize Juli’nin büyüme hikâyesini anlatırken, asıl olarak onunla Magda arasındaki çekişme üzerine odaklanıyor. Magda rejimin, Juli ise bu rejime karşı direnen, kendi özgürlük ve bağımsızlığını elde etmeye çalışan Macarların sembolü olarak görülebilir ve Mészáros bu öyküde sinema sevgisi ve ilk aşk gibi unsurların yanında, -mühendis János karakteri üzerinden- ideolojiyle uyuşamayan vatanseverleri de getiriyor karşımıza. Başından sonuna bir direniş hikâyesi seyrettiğimiz; Juli’nin her düşüncesi ve eylemi Magda’nın ona empoze etmeye çalıştıkları ile çelişiyor ve zaman zaman bir tekrara dönüşse de bu tür sahneler, yönetmen bir bakıma kendi direniş mücadelesini seyirciye geçirmeyi başarıyor. 1947 yazında başlayıp 1953’te sona eren hikâyesinde, araya giren “anılar” ile film Juli’nin babası ve annesi ile ilgili görüntüleri de doğal bir parçası yapıyor ve Mészáros bu “hatırlan anlar”da filmin genelinden daha yumuşak ve düşsel bir hava yaratarak ilgili sahneleri etkileyici kılıyor. Filmin “günümüz”de geçen sahnelerinin net gerçekçiliği ile doğru bir çelişki yaratıyor bu tercih.

Filmin sinema için yazılan bir aşk mektubu olduğunu söylemek de mümkün. Juli sinema salonunda sadece rejim propagandası yapan filmlere veya rejime övgülerle dolu haber bültenlerine maruz kalmıyor; Magda’nın komünist parti üyesi olması sayesinde hak kazandığı bedava sinema hakkını gizlice kullanan genç kız orada aralarında Greta Garbo’lu “Mata Hari”nin de olduğu filmleri hayranlıkla seyretme fırsatını yakalıyor ve bu sahnelerde Mészáros’un kendisinin de sinema sevgisinin oluşmasına tanık oluyoruz. Bazı gerçek görüntüleri (defile sahnesi, ideolojik şarkıların söylendiği anlaşılan bir konserden görüntüler, bir klasik müzik konseri, rejimin Amerikan emperyalizmine karşı düzenlediği bir miting vs.) hikâyesine organik bir şekilde yerleştirmeyi başaran yönetmen, dönemin uluslararası politik olaylarını da (Tito yönetimindeki Yugoslavya ile Sovyetler arasındaki anlaşmazlıklar gibi) benzer bir çekicilikle kullanmış. Bu seçimler, dönemi ve karakterleri daha iyi anlamamızı sağlıyor doğal olarak. Komünist rejimle başta bir aşk, sonra da hayal kırıklığının sonucu olan bir nefret ilişkisi içinde olan karakterlerin tüm benzer yapıtlarda olduğu gibi burada da yerini aldığı film aslında doğrudan komünizmi değil, onun uygulayıcılarını (burada Stalin ve takipçileri örneğin) ve ideolojiye sorgusuz sualsiz teslim olanları eleştirisinin hedefi yapıyor. Ne var ki rejimle aynı tarafta olan tüm karakterlerin aynı yanılgı ve kötülüğün parçası olarak gösterilmeleri eleştirinin gücünü zayıflatıyor bir parça.

Sinemasını anlatırken, hikâyesini hep “bir kadının bakış açısı” ile anlattığını ifade eden bir yönetmen Mészáros. Prensipleri olan, uygun görmedikleri ile uzlaşmaya yanaşmayan, bağımsız ve cesur bir ruha sahip Juli ile de burada güçlü bir genç kız karakteri yaratıyor yönetmen. Büyükbaba olarak çağırdığı adama “Seninle aynıyız, tek farkımız benim daha cesur olmam” diyebilecek kadar açık yürekli ve bu söylediğini doğrulayacak kadar da gerçekten cesur birisi Juli. Bu genç kızın hikâyedeki son sözleri olan “Yüzün solmuş” ve bir başka sahnede duyduğumuz “Bir şafak vakti babamı aldılar, onu bir daha görmedim” ifadesi Mészáros’un bu filminde, yüzleri soldurulanları ve sevdikleri bir gün ansızın ortadan yok edilenleri anlattığını gösteriyor bize. Finalde baba ile Janos’un yüzlerinin üst üste binen yüzleri ise anlatılanın bireylerin değil, tüm bir toplumun öyküsü olduğunun ve kaderlerin ortaklığının sembolü sanki. Yönetmen Mészáros ve o tarihlerde boşanmış olduğu eşi, büyük Macar sinemacı Miklós Jancsó’nun oğlu olan Nyika Jancsó’nun başarılı ve Juli’nin üzerindeki baskıyı ve özgürlük arayışını yansıtan görüntüleri ile Zsolt Döme’nin anıların melankolisini de özenle seyirciye geçiren müziklerinin de anılması gereken filmde Juli’ninki kadar, Magda’nın hikâyesinin de ilgiyi hak ettiğini de eklemek gerekiyor.

(“Diary for My Children” – “Anı Defteri”)

(Visited 174 times, 5 visits today)

“Napló Gyermekeimnek – Márta Mészáros (1984)” için 2 yorum

  1. Mubi’nin üçlemenin ilk filmini gösterip diğer ikisini göstermemesi de sinir bozucu.

    1. Haklısınız, üçlemenin tamamının aynı anda gösterimde olması daha doğru olurdu. Neyse ki benim diğer iki filmi yıllar önce de olsa İstanbul Film Festivali’nde görme şansım olmuştu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir