Nevada Smith – Henry Hathaway (1966)

Nevada Smith“İntikam, Tanrı’nın yöntemi değildir”

Anne ve babasını acımasızca öldüren üç katilin peşine düşen yarı kızılderili, yarı beyaz genç bir adamın hikâyesi.

ABD’li yazar Harold Robbins’in “The Carpetbaggers” adlı (bizde “Vurguncular” ve “Kanunsuzlar” adları ile yayımlanan) romanından 1964 yılında çekilen aynı isimli filmin gördüğü büyük ilgi üzerine çekilen ve bu roman/filmdeki karakterlerden birinin gençliğini anlatan bir Amerikan filmi. John Michael Hayes’in senaryosunu yazdığı ve Henry Hathaway’in yönettiği bu western bugün türün ilk akla gelen örneklerinden biri değil ama üzerinden geçen elli yıldan sonra hâlâ belli bir çekiciliği koruyabilen, Steve McQueen’in varlığı ile zaten doğal bir albenisi olan ve hikâyesinin klasik intikam filmlerinden farklılaşması ile de önemli olan bir çalışma. Hathaway’in yönetmenliği bir parça düz olsa da, film özellikle western meraklılarının keyifle seyredeceği, türe özel bir merakı olmayanların ise peşine düştüğü bir intikamın süreci boyunca öğrenen, büyüyen ve değişen bir gencin hikâyesi olarak ilgi gösterebileceği bir çalışma.

Hikâyede birkaç kez kendisine “çocuk” diye hitap edilen kahramanımız hayli genç (hatta on sekiz yaşın altında) ama onu canlandıran Steve McQueen filmin çekildiği yıl otuz beş yaşındaymış ve babasını oynayan Gene Evans ile arasında sadece sekiz yaş varmış. Oyuncu bu problemi elinden geldiğince gidermeye ve özellikle ilk bölümlerde gençliğin masumiyetine bürünmeye çalışmış ama bu çabası bir noktaya kadar işe yaramış ve bu durum elbette oyuncuya ve filme zarar vermiş açıkçası. Yine de başka bir oyuncunun çok daha büyük sıkıntılar yaşayacağı ve yaşatacağı bu problemin altında ezilmemeyi başarmış McQueen ve filmin cazibe unsurlarından biri olmuş neyse ki. Ona yan karakterlerde eşlik eden isimler hayli zengin (Brian Keith, Martin Landau, Karl Malden, Arthur Kennedy, Raf Vallone ve Suzanne Pleshette vs.) ve Hollywood’un klasik döneminin meraklıları için filme ayrı bir önem katıyorlar şüphesiz. Tüm bu oyunculara rollerini dikte eden senaryonun onları ne derece iyi kullandığı ise şüpheli. Senaryo baş karakter dışındaki tüm diğer karakterleri sadece hikâyenin ilerlemesi için kullanıyor ve belki Pleshette’inki dışında diğer hiçbir karakterin hikâyesi kendi başına pek bir önem taşımıyor. Böyle olunca, tüm yük McQeen’in omuzlarına biniyor ve onun görünmediği nerede ise hiçbir ânı olmuyor filmin. Hikâyenin ilk kısımlarında yaşından fazlası ile genç birini canlandırmanın zorluğunu yüzünü masum bir ifadeye büründürerek gidermeye çalışıyor ama zorlanıyor oyuncu yine de; buna karşılık film ilerledikçe ve karakteri büyür, olgunlaşır ve değişirken o da daha rahat giriyor karakterinin içine ve filmin keyif kaynaklarından biri oluyor.

Usta görüntü yönetmeni Lucien Ballard’ın geniş açılı çekimlerinin ve boş alanları çekici kılan çalışmasının dikkat çektiği filmde, tam dokuz kez Oscar kazanmış olan Alfred Newman’ın klasik bir western’e uygun havası olan müziği de hayli başarılı. Bu iki ustanın ciddi katkıları ile zenginleşen filmin hikâyesini farklı kılan, kahramanını zayıflıkları (her ne kadar bunlar henüz çocukluğundan kaynaklanıyor olsa da) ve değişimi ile birlikte ele alması. İntikamını almaya çalışırken yanlış adamlara saldırması veya acemi silahşörlüğü ile kendisini komik duruma düşürecek şekilde gurur duyması macerasına bir samimiyet duygusu katarken, finaldeki tercihi ile öğrendiğini/büyüdüğünü/değiştiğini söylüyor bize. Hikâye bize bunları çekici biçimde anlatırken kimi problemler de yaşıyor ama; örneğin kahramanımıza ama sanırım ondan çok bize “ahlâk dersi” vermek için çekilmişe benzeyen manastır bölümü kesinlikle yama gibi duruyor filmin bütünü içinde. Ayrıca, genç adamın peşine düştüğü kötü adamlar dışında karşılaştığı herkesin (hatta zorunlu kaldığı için soymaya çalıştıklarının ve yanlışlıkla da olsa saldırdıklarının bile) iyi yürekli insanlar çıkması ve onu beslemesi, eğitmesi ve yönlendirmesi biraz zorlama görünüyor, hikâyenin ahlâksal mesajına uygun olsa da.

Amerika’nın yerlilerine bakışı da doğru olan ama bunu o gereksiz manastır bölümdeki hikâye ile anlamsız bir şekilde dengelemeye çalışır gibi görünen film daha önce hiç adam öldürmemiş, içki içmemiş, kumar oynamamış, okuma yazma bilmeyen ve kadınlarla henüz tecrübesi olmamış genç adamın ruhsal ve fiziksel açıdan gelişimi ile ilginç olan ve bataklıktaki kaçma sahnesindeki nem ve sisin sağladığı görsellik ile de ilgiyi hak eden bir çalışma. Benzerinden daha fazlası olması gerekse de, kahramanımızın gerçek kimliğini ortaya çıkarmaya çalışan haydutun tuzağına karşı durması veya gerçek adı ile kendisine seslenen bir eski dostu karşısındaki dirayetine tanık olduğumuz sahnelerin çekicilik kattığı film görülmeyi hak ediyor. McQueen’in fiziksel özellikleri uymasa da bir melezi, Suzanne Pleshette’in bir “Cajun”u veya Janet Margolin’in bir yerli kadını canlandırmasındaki “saçmalığı” ise Hollywood’un etnik karakterlerle ilgili klasik tutumunun bir örneği olarak değerlendirip görmezden gelmeye çalışmaktan başka şansımız ise yok ne yazık ki.

(“Nevada Katilleri”)

(Visited 215 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir