“Bir adamın intikamı için değil, ulusal adalet için buradayım”
Biri İrlanda’lı bir direnişçi, diğeri bir şov kız olan iki Maria’nın Meksika Devrimi’nde oynadıkları rollerin hikâyesi.
Bir tarafta Brigitte Bardot, diğer tarafta Jeanne Moreau olunca ve yönetmen de Louis Malle ise beklenti de yüksek oluyor. Karşımızdaki ise bir taraftan bu kadrodan doğacak tüm beklentileri karşılamaya çalışan ama diğer taraftan bunu yaparken nereye odaklanacağını zaman zaman kaçırmış bir film.
Temel olarak üç ana bölümden oluşuyor film; baştaki kısa süreli İrlanda’lı direnişçi/terörist (konuya bakarken nerede durduğunuza bağlı olarak değişen bir isimlendirme) aktiviteleri, gösteri trupu bölümü ve Meksika Devrimi bölümü. İlk bölüm karakterlerden birini tanıtma havasında olsa da daha çok senaryoyu yazan Malle ve Jean Claude Carriére’nin kendi anarşist ruhlarını ortaya koymak için düzenlenmiş gibi görünüyor. Gereğinden fazla uzun tutulan ikinci bölüm ise sanırım elde Bardot ve Moreau gibi iki karizmatik yıldız olunca filmin yaratıcılarının kendilerini koyverdikleri bir havayı taşıyor. Bu iki güzel kadının şarkı söylemesi, dansları ve striptiz yarışmasına girişmeleri hem keyifli ve eğlenceli hem de seksi sahnelerin ortaya çıkmasını sağlamış. Üçüncü bölüm ise devrimci ruhları coşturacak ve ütopik bir havası da olsa Malle ve Carriére ikilisinin din, ordu, sermaye gibi tüm kurumlara gönüllerince saldırdıkları ve dalga geçtikleri ve filmin de hem en heyecanlı hem de özellikle mizah açısından en başarılı anlarına sahne oluyor.
Bardot söz konusu olunca onun seksapelinden bahsetmemek olmaz elbette; Georges Delerue şarkıları eşliğindeki dansları ama ondan çok daha fazla yönetmen tarafından üzerinde epey düşünülmüş gibi duran kısa sahneleri ile “mükemmel!” dedirtiyor kendisine. Örneğin taktığı erkek şapkasını çıkarıp altın gibi parıldayan saçlarını savurduğu kısacık an veya kırmızı kıyafeti ile yatakta uzanan görüntüsünün çekiciliğine kapılmamak mümkün değil. Bardot rolünü de oldukça canlı ve kesinlikle hiç aksamadan canlandırıyor. Moreau ise filmin ağır topu. Hem Bardot kadar seksi oluyor hem de o her zaman koca anlamlar taşıyan yüzünü başarı ile kullanıyor. Diğer karakterler ise senaryodan kaynaklanan nedenlerle daha çok bir komedi filminin yan unsurları gibi duruyorlar ve özellikle abartılmış rollerinin hakkını veriyorlar. Burada George Hamilton için bir parantez açmak gerek. “Onurlu bir Che” izleri taşıyan rolünde Cüneyt Arkın filmlerinde görmeye alıştığımız türden bir “zincirli aşk” sahnesinin de kahramanı oluyor. Benzer şekilde gülle ile parçalanan puronun ateşini kullanma sahnesi de yine bu tür filmleri alay konusu yapmaktan geri durmuyor.
Çayın kalitesi ve iyi bir çay için suyun önemi konusunda İngiliz aristokratlar gibi tartışan yerli siyah askerler, Moreau ve Bardot’ya soyunarak eşlik eden erkek seyirciler, paralarını devrimcilere karşı silahla savunan bankacılar, daha çok ilahi olmayan dünyevi güçlere tapan din adamları ve tam bir komedi bombası olan işkence sahnesi (yıllardır atıl durduğu için paslanmış engizisyon işkence aletlerini kullanmaya çalışan beceriksiz işkenceciler kahkaha attıran anlara kaynaklık ediyorlar) üzerinden devrimci bir ruh ile yerleşik tüm değerler ile dalgasını geçen bir film bu. İki muhteşem kadının zengin aristokratı büyüledikleri sahnede olduğu gibi küçük biçim denemelerine de yer veren, özellikle sonlardaki peş peşe gelen espriler ile güldüren, filmin mizah atmosferi içinde de olsa mülkiyet hırsızlıktır diyebilen bir film. Yukarıda bahsettiğim ikinci bölümü epey bir kısaltılsa biraz uzun olan süresi daha makul bir hale gelebilecek ve ikinci ve üçüncü bölüm birbirinden bu kadar uzak durmayacaktı şüphesiz. Tüm anlarına yayılamamış olsa da keyifli ve sürükleyici bir havası olan film yine de devrim olsun ve bu kadar keyifli olsun dedirtiyor ya, bu da yeter.