I Confess – Alfred Hitchcock (1953)

“Her şeye kadir Tanrı’ya ve size itiraf ediyorum ki bir günah işledim”

Kendisine yapılan bir itirafa kendisinin cinayet ile suçlanması pahasına da olsa sadık kalan bir rahibin hikâyesi.

Bir tiyatro oyunundan uyarlanan film usta yönetmen Hitchcock’un diğer başyapıtlarının bir parça gölgesinde kalan ama ne olursa olsun ustanın izlerini taşıyan keyifli bir seyirlik. Yönetmenin pek çok filminde olduğu gibi yine kendini aklamaya çalışan bir masum adamı anlatan filmde bu kez ciddi bir farklılık var; kahramanımız kendisini korumak için çaba gösteremiyor ve gerçeği söyleyemiyor. Gerek bu tema ile gerekse finaldeki çözüm sahnesinin de gösterdiği gibi vicdan üzerine bir film bu aynı zamanda.

Bir rahibi üstelik inançlarına ve sözlerine sonuna kadar sadık bir rahibi anlatan bir filmde tüm film boyunca ama özellikle başlangıç sahnelerinde kilise binalarını tekinsiz mekanlar gibi ve hatta “Psycho” filmindeki o tekinsiz ev gibi gösteren çekimler oldukça ilginç çünkü bu görüntülerin aksine tüm rahipler kahramanımız da dahil olmak üzere oldukça iyi ve dürüst karakterler olarak gösteriliyor ve bu bağlamda “vicdanını bir kenara koyarak sorgulamasını yapan” dedektif ve “eski dost ama şimdi sıkıştıran” savcı karakterlerinin yanında vicdanı ve insanlığı temsil ediyorlar. Bu tekinsiz görüntüler belki de senaryoda eksik olan gerilim ve gizemi dengelemek adına da özellikle seçilmiş olabilirler. Gerek bu kilise görüntüleri gerekse başlangıçtaki ıssız sokaklar ve aslında filmin genelindeki Robert Burk imzasını taşıyan siyah beyaz görüntülerin tümü, gerilim ve şüphe atmosferini oluşturmakta çok ciddi bir katkıda bulunuyorlar. Gölgelerin ve siyah-beyaz kontrastının bir filme nasıl katkıda bulunabileceğine güzel bir örnek oluşturuyor tüm bu çekimler.

Hitchcock tüm eserlerinde olduğu gibi burada da klasikleşen sahnelere imza atmış. Filmin akışını bir nebze bozan geriye dönük anlatımdaki “gençlik aşkı” bölümü ve özellikle Anne Baxter’ın kendisini bekleyen Montgomery Clift’e doğru merdivenden indiği ve öpüşme ile sonuçlanan sahne ışıltılı atmosferi ile çok etkileyici. Bir başka etkileyici bölüm de rahibin mahkemede delil yetersizliğinden dolayı suçsuz bulunmasından sonra şehir halkının onun masumiyetine inanmayarak suçlayıcı bakışlar attığı çekimler. Tiyatro oyunundan uyarlandığı görüntüsünü zaman zaman yansıtan film bu nedenle biraz fazla diyalog içerse de Hitchcock ustalıklı yönetimi ile bunu büyük ölçüde aşmayı başarıyor.

Oyunculukların da hayli başarılı olduğu filmde dedektif rolündeki Karl Malden, eski aşk rolündeki Anne Baxter ve filmin odağındaki Montgomery Clift özellikle dikkat çekiyorlar. Clift biraz donuk oynar gibi görünse de özellikle dürüst ve inançlı bir rahip olarak etrafında söylenen yalanlardan duyduğu dehşeti yansıttığı sahnelerde ve kimseye zarar vermemek adına düştüğü durumu ve tüm bunlara neden olan insanların kötülüğünü ve vicdansızlığını anlamaya çalıştığı anlarda seyredeni avucunun içine alıyor.

Yönetmenin tipik yaratım alanı olan gerilim öğesi senaryodan kaynaklanan nedenlerle biraz zayıf kalsa da vicdan, inanca bağlılık ve korkunun ortasında kalan bir adamın macerası cazip bir hikâyeye kaynaklık ediyor. Kaybedebileceklerine rağmen sevdiği insanı ve ona karşı olan duygularını savunan kadın ve onun fedâkar kocası karakterleri de filmin kötülüğün karşısına koyduğu vicdanın sembolü olan unsurlar ve temelde dürüstlük ve inanç ile kötülüğün çarpışması olan filmin vicdan tarafını destekliyorlar. Katil ve eşinin Alman göçmeni olması ve bunun vurgulanması henüz sıcaklığı süren ikinci dünya savaşının etkisine bağlanabilir ve bir İngiliz yönetmenin Québec’te çektiği bir Amerikan filminin o günün ölçülerindeki “küreselliği” olarak değerlendirilebilir. Hitchcock’tan yine keyifli bir film.

(“İtiraf Ediyorum”)

(Visited 244 times, 3 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir