“Bütün bu tertemiz küçük evler, bütün bu sevimli küçük sokaklar. Bu evlerin bazılarında kirli dolaplar döndüğünü düşünmek çok zor”
Birleşik Devletler başkanı Nixon’ın istifası ile sonuçlanan Watergate skandalını ortaya çıkaran iki gazetecinin hikâyesi.
70’lerin o liberal bakışlı Amerikan filmlerinden biri. 1976’da Oscar’a aday olan “Bound for Glory” ve “Network” ile bu açıdan aynı kategoriye koyulabilecek olan bu film, “Taxi Driver” ile birlikte hem film hem yönetmen dalında “Rocky” adlı filme kaybetmişti. Liberal Amerika’lının ne kadar sol olduğu çok tartışmalı elbette ama yine de bu sonuç muhafazâkar Hollywood’un tercihi olarak değerlendirilmişti o yıl.
Filmin temaları arasında belki de en önemlisi gazeteciliğe ama araştırmacı gazeteciliğe ve muhabirliğe düzdüğü övgüler. Başlarda kimsenin ilgilenmediği, sonrasında ise üzeri örtülmeye çalışılan bir skandalı, hem de devletin en tepesine uzanan bir skandalı ortaya çıkarmak için iki gazetecinin sergilediği dürüstlük ve daha da önemlisi inatçılık toplumların barış ve huzurunda gerçek gazetecilerin önemini etkileyici bir şekilde ortaya koyuyor. Burada bahsettiğim elbette eline tutuşturulan belgeleri (gerçek veya sahte) yayınlayan değil, kendisini bir takım güç odaklarının aracı haline getirmeden yozlaşmanın peşinde koşan tarafsız gazeteciler. Özellikle bir şeyleri yakaladıklarını hissettikleri andaki heyecanları bu “bavul değil emek gazeteciliği” yapan iki gazetecinin samimi mutluluklarını bizim de hissetmemizi sağlıyor. Kongre kütüphanesinde binlerce kitap fişini tek tek araştıran iki gazetecinin yakın plan çekimi ile başlayıp binlerce kitabı ve kütüphane içindekileri gösterecek şekilde geriye/yukarıya kayan kameranın görüntüsü hem gerçeğe ulaşmanın sabır gerektirdiğini hem de insanlığın tüm bilgi birikiminin toplandığı bir mekanın kutsallığını söylüyor gibi.
Sinemasal açıdan yaklaşıldığında filmin en çok övgüyü hak eden tarafı farklı yaklaşımların dozunu çok iyi dengeleyerek konusuna yaklaşması. Bir yandan bir siyasi polisiye kurgusu havasını taşıyan film diğer yandan sanki bir belgesel havasında ve nesnelere herhangi bir müdahelede bulunmadan gerçeği ve sadece gerçeği bize aktarıyor gibi. Dolayısı ile aktardığı çarpıcı olayların önüne geçmeyen bir kurgu ile seyredene hikâyeyi tüm çıplaklığı ile ve doğru noktaya odaklanmış bir şekilde geçirmeyi başarıyor. Başrollerdeki oyunculardan özellikle Robert Redford dozu çok iyi ayarlanmış bir oyunculuk ile kendisini gösterirken kalabalık yan kadro içinde Jane Alexander etkileyici bir performans sergiliyor. Filmin süslenmemiş ve müdahele edilmemiş bir görüntü çizen anlatımı, ilk bakışta “soğuk” bir izlenim vermesine neden olabilir filmin ama sanırım hikâyenin gerektirdiği tam da bu. Böylece hikâyedeki tüm taraflara nispeten eşit ölçüde bakabilmemizi ve sorgulamamızı sağlıyor.
(“Başkanın Bütün Adamları”)