Paper Moon – Peter Bogdanovich (1973)

“İncil satabiliriz. Dullarla çalışırız. Buralarda bir sürü kasaba vardır. 20’lik bozdurur, cüzdan yürütürüz; farkına bile varmadan yine zengin oluruz. Eminim kısa sürede yeni bir araba alırız… ama sen yine de beni Billie Teyze’me götüreceksin, değil mi?”

Eskiden arkadaşlık ettiği kadının ölmesi üzerine onun küçük kızını teyzesine götürmek üzere yanına almak zorunda kalan ve hayatını küçük dolandırıcılıklarla kazanan bir adam ve dokuz yaşındaki çocuğun hikâyesi.

ABD’li yazar Joe David Brown’un son romanı olan, 1971 tarihli “Addie Pray”den uyarlanan senaryosunu Alvin Sargent’ın yazdığı, yönetmenliğini Peter Bogdanovich’in yaptığı bir ABD yapımı. Ryan O’Neal ve gerçek hayatta kızı olan Tatum O’Neal’in başrolleri paylaştığı film, bugün özellikle bu oyunculardan ikincisinin henüz on yaşındayken Yardımcı Oyuncu dalında Oscar kazanması ve bu ödüle yarışmalı kategorilerde sahip olan en genç oyuncu olması ile hatırlanan bir çalışma. Küçük oyuncunun aslında bir başrolde yer aldığı halde -herhalde Oscar alma ihtimalini yükseltmek için- yardımcı dalda aday gösterilmiş olması tuhaflığı bir yana bırakılırsa, sevimli kelimesini fazlası ile hak eden, iki oyuncunun olağanüstü uyumu ile dikkat çeken ve hikâye boyunca tanık olduğumuz dolandırıcılıkları karakterleri anlatmak için doğru şekilde kullanması ile ilgiyi hak eden bir sinema yapıtı bu.

Ses, uyarlama senaryo ve Madeline Kahn ile yine Yardımcı Kadın Oyuncu dalında olmak üzere üç de Oscar adaylığı bulunan filmin adını “It’s Only a Paper Moon” adlı şarkıdan esinlenerek koymuş filmin yapımcısı da olan Peter Bogdanovich ve bu ismi stüdyoya kabul ettirmek için de küçük kızın bir panayırda kağıttan bir ay üzerine oturarak çektirdiği fotoğrafı kullanmış. Bu fotoğraf için yazılan sahnenin hikâyeye ustalıkla yedirilmesinin de gösterdiği gibi senarist Sargent ile birlikte iyi planlanmış ve bu planın akıllıca gerçekleştirildiği bir yapıt çıkarmışlar ortaya. Hikâye hakkında hiçbir fikri olmayan ortalama bir seyirci bile filmin mezarlıkta geçen açılış sahnesini gördükten sonra ne seyredeceğini ve bu hikâyenin nasıl sonuçlanacağını kolaylıkla tahmin edebilir bu filmde ama belki de filmin başarılı olmasının temel nedeni bu tahmin edilebilirliği bir avantaja dönüştürerek, seyirciyi kendisini aşina hissedeceği bir hikâyenin sevimliliği ile baş başa bırakabilmesi. Genç adam (Ryan O’Neal) ve istemeden yanına almak zorunda kaldığı küçük kızın (Tatum O’Neal), oyuncuların müthiş bir uyumu olan ikili oluşturabilmeleri sayesinde eğlenceli ve çekici kıldığı bir hikâye bu ve Bogdanovich’in aksamayan ve hikâyenin eğlenceli sevimliğine uygun yönetmenlik çalışması ile kendisini ilgi ile seyrettiriyor.

Performansı ile Oscar’a aday olan Madeline Kahn’ın da vurguladığı gibi Tatum O’Neal’in üstlendiği, yardımcı bir rol değil kesinlikle; onun yerine yetişkin bir oyuncu yer alsaydı bu rolde ana oyuncu kategorisinde aday olurdu. Ödülü almasında “ikincil” bir ketegoride aday olmasının katkısı olmuştur elbette ama yine de performansının kesinlikle çok başarılı olduğunu söylemek gerekiyor. Kurgunun da katkısı ile kısa çekimlerle bir performansın kusurları örtülebilir ama Tatum O’Neal kesintisiz tek planla çekilen uzun sahnelerde de hayli başarılı ve oyunculuğu sadece çocuk sevimliliği avantajının onu taşıyacağı noktadan çok daha yukarılarda. O aday olmasaydı, ödülü alır mıydı bilinmez ama Madeline Kahn da kendi planları olan ve üçkağıtçı adamı elinde oynatan kadın rolünde kayda değer bir başarı gösteriyor ve önemli bir katkı sağlıyor hikâyeye. Ryan O’Neal da benzer bir başarı gösteriyor ve hikâyenin üzerine kurulu olduğu küçük oyunlarını oynarken seyirciyi eğlendiriyor ve “sevimli dolandırıcı” karakterini inandırıcı kılıyor.

Paul Whiteman Orkestrası eşliğinde Peggy Healy’nin seslendirdiği ve müzik tarihi boyunca pek çok farklı isim tarafından da yorumlanan 1933 tarihli “It’s Only a Paper Moon” şarkısı başta olmak üzere özellikle 1930’lu yılların şarkılarını dinlediğimiz soundtrack’in de çekici kıldığı filmde adamın küçük kızın gerçekten babası olup olmadığı tıpkı romanda olduğu gibi belirsiz bırakılmış. Doğru bir seçim bu; çünkü -her ne kadar tıpkı final gibi beklenen zaten o olsa da- ikili arasında gelişen ilişki böylece daha sağlam ve anlamlı oluyor. Çocuğun “Vicdan ne demek bilmiyorum ama eğer sende varsa kesinlikle başkasına aittir” sözleri ile eleştirerek daha “ahlaklı üçkağıtlar” (yoksul aileye İncil oyunu yapmamak gibi) yapmaya yönlendirdiği adamı büyük bedeninde bir çocuk, küçük kızı ise çocuk bedeninde bir büyük olarak tanımlamak mümkün ve bu nedenle çok ideal bir ikili oluşturuyorlar hikâye boyunca; birbirlerine öğretirken, bir yandan da birlikte büyüyorlar sanki.

ABD’de 1929 ile 1939 arasında süren ekonomik bunalım döneminde geçiyor hikâye ama iki sahnede yol boyunca gördüğümüz birer yoksul aile dışında bu konuya hiç girmiyor film. Belki Bogdanovich’in filmin sevimliliğini bozmamak için yaptığı bir tercih bu ama hikâyeyi o dönemde geçirip, yoksulluğu sadece ve özellikle silik bir dekor görünümünde tutmak doğru bir seçim değil kesinlikle. Aksi olsaydı, adamın oyunlarından ve örneğin “İncil satışı” için kapısını çaldığı evlerde karşılaştığı manzaralardan çok daha etkileyici ve dürüst resimler çıkarılabilirmiş seyircinin karşısına. Bundan kaçınıyor hikâyesinin içeriğinde film ama usta görüntü yönetmeni László Kovács’ın siyah-beyaz görüntüleri, dış çekimlerde hissettirilen ıssızlık duygusu ve alan derinliğinin kullanımı ile yoksulluğu değil ama yoksunluğu ve yalnızlığı geçirmeyi başarıyor bize yine de. Büyük sinemacı Orson Welles’in Bogdanovich’e siyah-beyaz çekmeyi önerdiği ve kırmızı filtre kullanılarak kontrastın yükseltilmesini önerdiği söyleniyor ki ortaya çıkan sonuç Welles’in sinema gözünün ne denli çarpıcı olduğunun da bir kanıtı oluyor.

Sonuç olarak çok eğlenceli, biraz hüzünlü ve epeyce de duygusal bir film bu ve açıkçası bu malzemeyi de ustaca bir araya getirmiş Bogdanovich ve bol konuşmalı filmini kesinlikle çekici kılmış. İki Oscarlı senarist Alvin Sargent’ın özellikle, ustaca yazılmış diyalogları ile önemli bir katkı sağladığı film 1970’lerin ABD sinemasının önemli ve kaliteli eğlenceliklerinden biri olarak görülmeyi hak eden bir sinema yapıtı.

(“Ay Beyazdır”)

(Visited 186 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir