Parwareshghah – Shahrbanoo Sadat (2019)

“İnsanlar bizi iki kişi sanıyor / Ama bak, tek kişiyiz işte”

Bollywood hayranı 15 yaşında Afganlı bir çocuğun, ülkesinde Sovyet yanlısı bir hükümetin işbaşında olduğu 1989 yılında karaborsa sinema bileti satarken yakalanıp gönderildiği yetimhanedeki hayatının hikâyesi.

Afgan sinemacı Shahrbanoo Sadat’ın senaryosunu yazdığı ve yönetmenliğini üstlendiği bir Afganistan, Danimarka, Lüksemburg, Fransa ve Almanya ortak yapımı. Yönetmenin yakın arkadaşı olan Anwar Hashimi’nin yayımlanmamış günlüklerinden yola çıkılarak planladığı beşlemesinin ilk filmi olan 2016 yapımı “Wolf and Sheep”ten sonra çektiği bu ikinci film baş karakteri Qodrat’in Bollywood sinemasına olan hayranlığı üzerinden o sinemanın müzikalitesini ve aksiyonunu eğlenceli bir biçimde kullanan; beklenenin aksine “yetimhanedeki kötü günler”e değil, bir çocuğun -tüm sıkıntılarına rağmen- “yetimhanedeki güzel günler”ine odaklanıp eğlenceli bir büyüme hikâyesi anlatmayı tercih eden, sevimli ve keyifli atmosferi içinde acıları da dile getirmeyi başaran samimi içeriği ile dikkat çekiyor. Başta başroldeki Quodratollah Qadiri olmak üzere amatör oyuncularının yalıni performansları ile de öne çıkan film, tüm iddiasızlığı içinde sıcak çocuk / genç bakışı ile görülmeyi hak eden bir çalışma.

Filmin Afganistan’da geçen bölümleri Tacikistan’da, Bollywood bölümleri Danimarka’da, Sovyetler Birliği’nde geçen sahneleri ise Almanya’da çekilmiş. Sinema endüstrisi olmayan Afganistan’dan gelen bir sinemacı olarak çekimler için gitmesi gereken bu ülkelerden vize almaktaki sıkıntılarını eğlenerek anlatan Shahrbanoo Sadat “Wolf and Sheep” ile hikâyesini anlatmaya başladığı Qodrat’i 15 yaşında Kabil’de getiriyor karşımıza beşlemenin bu ikinci filminde. Açılış sahnesinde bir arabanın arkasında yattığını gördüğümüz genç adam hayatını Kabil’in sokaklarında anahtarlık satarak ve hayranı olduğu Bollywood filmlerini seyrederek geçirmektedir. Bollywood filmleri -aksiyonları ve müzikalleri ile- oldukça popülerdir Kabil’de ve Qodrat kuyruğa girerek aldığı biletleri yüksek fiyatla satmaktadır halka. Sonunda yakalanır ve yetimhaneye gönderilir. Sovyetler’in desteklediği Mohammad Najibullah yönetimi işbaşındadır ama henüz ülkeden çekilmemiş olan Sovyet askerleri ile cihatçılar arasında çatışmalar sürmektedir ve yetimhanede de Sovyet etkisi varlığını korumaktadır, Rusça öğreten Rus öğretmenler ve çocukların Moskova gezilerinin de gösterdiği gibi.

Sadat’ın filmini farklı kılan kahramanının yetimhanede yaşadıklarını bir acı çekme hikâyesi olarak anlatmamayı tercih etmesi ve popüler bir Batılı bakış açısından uzak durup, Sovyet dönemini kötülüğün ve baskının egemen olduğu bir zaman olarak göstermemesi. Evet, özellikle zayıflara ve küçüklere eziyet etmeye çalışan zorba çocuklar vardır yetimhanede ama gerek çocuklarla ilgilenen kişi gerekse eğitim vs. oldukça iyidir ve bir sahnede çocukların dile getirdiği gibi “eski güzel günler”dir orada yaşadıkları. Cihatçıların Kabil’i ele geçirmesi üzerine yetimhanede Sovyet izlerini yok etme telaşı (kitapları da yakmak zorunda kalırlar) ve finaldeki eğlenceli Bollywood sahnesinde cihatçılarla mücadele hikâyenin kötüsü olarak İslamcı cihatçıların görüldüğünü gösteriyor bize. Bu tercihler filmi farklı kılan unsurlar ve kolaya kaçılmaması da takdiri gerektiriyor. Kuşkusuz filmin asıl farklı yanı Hint sineması sevgisine yer vermesi. Dört farklı sahnede tam bir Bollywood havasına bürünüyor film ve gerek müzikal sahneler gerekse aksiyon bölümleri ile bu sinemayı yeniden yaratıyor tüm unsurları (canlı renkler, danslar, karakterlerin etrafında dönen kamera, ormanda el ele koşan âşıklar, bir Cüneyt Arkın filmi seyrediyormuşsunuz havasını veren kavga sahneleri, bolca zum içeren hareketli kamera kullanımı vs.) ile birlikte. Filmin burada tam olarak başaramadığı ise kahramanın sinema sevgisini ve Bollywood biçimciliğini bu sahneler dışında hemen tamamı ile unutması ve dolayısı ile ilgili sahneleri gerçekçi bir hikâye içinde ayrıksı duran fanteziler olarak kullanması. Oysa örneğin Qodrat’ın sinema sevgisini sadece yetimhanedeki yatağının başucundaki birkaç artist fotoğrafı ile göstermekten öteye geçilebilir ve bu şekilde fantezi sahneler filmin gerçek sahneleri ile daha organik bir biçimde ilişkilendirilebilirdi.

Görüntü yönetmeni Virginie Surdej, kostümcü Anwar Hashimi ve kurgucu Alexandra Strauss’un özellikle fantezi sahnelerinde sanat yönetmenlerinin de katkısı ile ortaya koyduğu sonucun önemli kozlarından biri olduğu filmde açılışta sinema salonunda gösterilen bir Bollywood filmine alkışlar ve danslarla eşlik eden erkek seyircileri görüyoruz. Sinemanın kitleler üzerindeki büyüsünü gösteren bu eğlenceli sahne aynı zamanda finaldeki cihatçı erkeklerin görüntüsü ile birlikte düşünüldüğünde, Afganistan’ın nereden nereye geldiğini çarpıcı bir biçimde sergilemesi açısından da önem taşıyor. Yetimhanedeki kadın görevlilerin başlarını örtmelerini veya İslamcılardan sonra ülkede görmenin artık mümkün olmadığı bir şekilde modern kıyafetlerle dolaşan kadınların görüntülerini de bu değişimin diğer örnekleri olarak gösterebiliriz. Çocuklar ülkedeki bu politik ve sosyolojik değişime ve silahlı çatışmalara -final bölümü dışında- ilgisiz bir masumiyet ile yaklaşıyorlar hikâye boyunca. Örneğin bir Rus tankının cihatçılar tarafından tahrip edilmesine tanık olduklarında, bunu sadece heyecanlı bir olay olarak görüyorlar ve tankın içinde buldukları mermileri nasıl değerlendirebileceklerini konuşuyorlar. Çocukların masum bakışlarının daha çarpıcı bir örneği ise yetimhane müdürünün ülkedeki iç savaşı ve başkanın Birleşmiş Milletler ofisine sığındığını açıkladığı sahne; müdürün konuşmasından sonra çocuklardan biri arkadaşlarına “Ne dedi bu şimdi?” diye soruyor. Benzer bir biçimde, Moskova’ya geziye giden çocukları asıl ilgilendiren ziyaret ettikleri Lenin’in mozolesi değil, yaşıtları Rus kızlar ve satranç oynayan bilgisayar oluyor.

Zaman zaman bir günlükten okunan anılar şeklinde ilerleyen bu eğlenceli ve samimi filmde Qodrat rolündeki Quodratollah Qadiri doğal ve sıcak oyunculuğu ile karakterinin gençliğini ve masumiyetini başarı ile canlandırıyor. Yönetmen Shahrbanoo Sadat da Hint sinemasına sıcak ve sevgi dolu bir selam gönderdiği filmini doğal bir enerji ile anlatırken Truffaut’nun ilk dönem filmlerinin tazeliğini ve sinemanın gerçek insan hikâyelerini anlatmasının önemini hatırlatıyor bize.

(“The Orphanage” – “Yetimhane”)

(Visited 86 times, 5 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir