Perro Come Perro – Carlos Moreno (2008)

“Beni pisliğe soktuktan sonra bu kapıdan çıkabilen tek insansın”

Kolombiya’da bir çete liderinin parasını çalan çete üyesinin ve paranın peşindeki diğerlerinin hikâyesi.

Konusuna uygun bir şekilde bazıları seyri zor sert sahnelere sahip olan “para kimde kalacak” filmi Latin Amerika’ya özgü büyülü gerçekçiliğe de uğrayan türden ve bir parça stilize bir çalışma. Latin Amerika’nın sıcağını çağrıştıran sarı ağırlıklı sıcak ve oldukça parlak renkler, kendisine kara büyü yapılmış tetikçinin kâbusu bölümlerinde olduğu gibi çarpıcı kamera açıları ile çekilmiş sahneler ve estetik bir yaklaşımın öne çıktığı mizansen duygusu ile öncelikle biçimsel denemelerin ağır bastığı bir film bu.

Filmin ses kurgusunun ve sesi kullanım şeklinin başarısı da dikkat çekiyor. Baştaki cenaze sahnesinde veya sonraki farklı sahnelerde zaman zaman uğultular, mırıldanmalar şeklinde kullanılan ses kaydı filmin biçimsel özelliklerine de katkıda bulunuyor. Yönetmen Moreno bu ilk sinema filminde sık sık yakın plan yüz çekimlerine de başvurarak seyirciyi doğrudan etkileyen ve hikâyenin içine katan bir tavır takınmış film boyunca. Oyunculukların da bu biçimsel çabadan nasibini aldığı filmde büyülenmiş tetikçi rolündeki Óscar Borda’nın oyunu zaman zaman abartılı gibi görünse de filmin genel havası ile çok uyumlu ve yadırgatmıyor. Buna karşılık çetenin patronu rolündeki Blas Jaramillo dozu bir parça fazla kaçırmış oyunculuğunu sergilerken. Filmin asıl karakteri ve parayı ilk çalan tetikçi rolündeki Marlon Moreno ise diğer tüm oyuncuların aksine oldukça “cool” ve gizemli bir havada canlandırıyor rolünü ve bu açıdan filmin genel havasına aykırı düşüyor ama filme de zaman zaman ihtiyacı olan sakinliği sağlıyor.

Çarpıcı ve görsel ağırlıklı bir açılış jeneriği ile başlayan film acımasızlığın diz boyu olduğu, kadınların nerede ise hiç görünmediği, herkesin birbirini sattığı (özellikle final bölümü tam bir “bakalım kim kime ne yapacak” heyecanı ile geçiyor) ve özetle paranın peşinde koşulan tek değer olduğu bir dünyayı anlatıyor. Hikâyesini anlatırken de çarpıcı ve estetik karelere başvuruyor ama burada şiddetin estetize edilmediğini veya bir başka deyişle ediyor gibi görünse bile aslında bu estetiğin şiddetin sert yüzünü daha iyi sergilemek için kullanıldığını belirtmekte yarar var.

Belki çarpıcılığın bir parça fazla peşinde koşan ama sert sahnelerin dışındaki anlarda da, örneğin otel odasında geçen tüm bekleme anları, etkili olmayı başaran ve sonu ile adaletin yerini bulduğu söylenebilecek bir çalışma. Orijinalliği tartışmalı ama kendini seyrettiren bir film bu ve bu tür filmlerde olduğu gibi sert adamlara karşı durabilenlerin sadece sevdikleri kadınlar olduğunu bir kez daha hatırlatıyor.

(“Dog Eat Dog” – “İt İti Isırır”)

(Visited 221 times, 5 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir