Réalité – Quentin Dupieux (2014)

“Konuşmamız gerekiyor: Sanırım seninle ben aynı kişiyiz”

Bir yapımcının filmini desteklemek için koşul olarak ortaya koyduğu en muhteşem çığlığı bulmaya çalışan bir sinemacı adayının hikâyesi.

Kendine özgü komedileri ile tanınan Fransız müzisyen ve yönetmen Quentin Dupieux’dan’dan bir “tuhaf” film. Dupieux’nin sadece yönetmenliğini değil, senaryosunu, kısmen müziklerini (oldukça kısa bir bölüm ona ait aslında, müziğin çoğu Philip Glass imzalı), kurgusunu ve görüntü yönetmenliğini de üstlendiği film Fransa, Beçika ve ABD ortak yapımı olarak çekilmiş. Karakterlerin birbirinin içine giren rüyaları, zamanda dairesel bir akış ve birbirinden tuhaf karakterleri ile ilginç bir çalışma bu ve herkese göre de değil pek. Filmin ana karakterinin, hayalindeki filmi çekmeye çalışan bir televizyon kameramanı olduğunu düşünürsek, Dupieux’un belki de kendi film çekme macerasına ve bu sırada karşılaştığı tuhaflıklara göndermede bulunduğu söylenebilir. Filmin aynı zamanda hikâyedeki küçük kızın da adı olan ismi, hikâyenin neyin gerçek neyin hayal (daha doğrusu rüya) olduğu konusunda seyirciyi ikilemde bırakacak şekilde ilerleyerek gerçekliğin ne olduğu konusunda kafa karışıklığı yaratmasını anlatıyor aslında.

Birbirinden tuhaf karakterleri var hikâyenin (gerçi yönetmenin 2010’da çektiği “Rubber” adlı filmin baş karakterinin bir araç lastiği olduğunu düşününce, hiç de şaşırtıcı değil bu durum) ve bu ilginç karakterler birbirinden tuhaf şeyler yaşıyorlar (ya da yaşadıklarını hayal ediyorlar, birbirinin hayallerine de girecek şekilde). Yapımcının filmine para yatırması için 48 saat içinde, Oscar kazanacak en iyi çığlığı bulmaya çalışan bir kameraman, okyanus manzaralı evinin önündeki sularda sörf yapanları rahatsız olduğu için dürbünlü tüfeği ile vuran bir yapımcı, bir video kaseti olduğu gibi yutan bir yaban domuzu, bir sıçan kostümü içinde program sunan ve aslında var olmayan bir kaşıntıdan dolayı acı çeken bir televizyon sunucusu, kadın kıyafetleri içinde gezmeyi seven bir erkek öğretmen ve baş karakterin çekmeyi hayal ettiği filmdeki öldüren televizyonlar… Tüm bu karakterler ve daha fazlası, çekilmekte olan bir filmin veya çekilmek istenen bir başka filmin karakterleri, hayal edenleri, oyuncuları veya bazen birkaçı birden olarak geliyorlar karşımıza. Kendine özgü bir mizahı olan bir hikâye anlatıyor film ve bu mizah her anında olmasa da zaman zaman epey eğlendiriyor da . Ne var ki filmin temel amacı eğlendirmek değil sanki; daha çok tuhaflığı ile şaşırtan ve sorgulatan bir film bu.

Peki nedir sorgulatılan? Buna her seyredenin farklı cevap verebileceği bir film bu ama herhalde şunu iddia etmekte bir sakınca yok: Film gerçeklik kavramı üzerinde dururken, bunu gerçeği sergileyen (daha doğrusu değiştiren, çarpıtan…) sinema üzerinden anlatıyor ve sinema sektörünün bu konudaki tavrına eleştiri getiriyor. Hikâye sektörün kalbinin attığı Los Angeles’da geçiyor; karakterlerin büyük bir kısmı sinema/televizyon ile ilgili; saçma bir televizyon programı filmin Dupieux’ya özgü mizahın kaynaklarından biri ve çekilmeye çalışılan filmde televizyonlar insanları önce esir edip sonra da onları gizli ışınlarla korkunç bir şekilde öldürüyor (aranan çığlık da insanların ölürken attığı acı dolu çığlık!). Bütün bunların üzerine, bir de çekilmekte olan bir başka filmde yönetmenin oyuncusunun uyuduğu sahneyi onun gerçekten uyuduğu sırada çekmeye çalışmakta diretmesini (gerçeklikte ısrarcı olmasını!) eklersek filmin kurgu ve gerçek üzerinde bir söyleme sahip olduğunu ve işte bunun en iyi aracı olarak filmin bir sanat olarak kendisini gördüğünü söyleyebiliriz.

Bu bir film içinde film değil kesinlikle çünkü ortada birden fazla film var ve açıkçası sık sık hangisinin gerçek (eğer herhangi biri gerçekse elbette) olduğu da pek net değil. Zaten böyle bir derdi de yok filmin; Dupieux zaman zaman bir parça soğuk bir havası olan mizahı ile eğlendirmeyi amaçlamış daha çok. Hevesli yönetmen ile yapımcı arasında ikincisinin bürosunda geçen sahne örneğin, hayli tuhaf diyaloglar ve davranışlar eşliğinde eğlendiriyor kesinlikle. Aynı yönetmenin henüz hayal etmekte olduğu filmin tam da onun düşündüğü içerikle çekilmiş olduğuna dehşetle tanık olduğu ve filmi seyrettiği sinemada perdenin önüne geçerek “Bu film henüz çekilmedi, bu film gerçekte var değil” diye bağırması da benzer bir etkiye sahip.

Filmin başarılı oyuncu kadrosunun içinde kendisini göstermeyi başaran Kyla Kenedy’nin canlandırdığı küçük kızın hikâyedeki en aklı başında ve gerçeğe en yakın duran karakter olması sanırım yönetmenin büyüklerin (ve onların egemenliğindeki sinemanın) gerçeklikten kopmasına bir gönderme olarak değerlendirilebilir. Başta müstakbel yönetmeni oynayan Alain Chabat olmak üzere tüm oyuncuların hikâyenin tuhaflığının altında ezilmeyen başarılı performanslar sunduğu filmin eleştirisini dile getirirken çok yeni şeyler söylememek gibi bir kusuru var aslında ve mizahı da her zaman vurucu değil. Ne var ki yine bir film çekmekle ilgili olan ilk filminin adı “Nonfilm” (Türkçeye film olmayan, film dışı diye çevirebiliriz sanırım) olan bir yönetmen için önemli olan tuhaflık/saçmalık ve onun da hakkını veriyor bu film açıkçası. Evet, herkesin seveceği türden bir film değil ve zayıf yanları da var ama kesinlikle farklı bir çalışma bu.

(“Reality” – “Gerçeklik”)

(Visited 90 times, 5 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir