“Ve sonra ne oldu? Zenginler daha zengin, yoksullar daha yoksul oldu”
Meksika’da 1910’da başlayan ve yaklaşık 10 yıl süren devrim mücadelesinin yüzüncü yılı anısına on farklı Meksikalı yönetmenin çektiği kısa filmlerden oluşan bir çalışma.
Bu tür filmlerde olduğu gibi burada da doğrudan konunun kendisine değil çoğunlukla çağrıştırdıklarına odaklanan kısa filmler var karşımızda. On farklı yönetmenin farklı üsluplar ile çektiği filmler doğal olarak görsel bir bütün oluşturamıyor ama içeriklerinin bağlantısı diğer örneklerden çok daha sağlam açıkçası. Kimi görselliği kimi ise atmosferi ile öne çıkan filmlerin hepsi aynı başarılı düzeyde değil ama yine de genel olarak devrim kavramının ve özel olarak da bu kavramın Meksikalılar için anlamının bugünün dünyasındaki algısı üzerine önemli bir film karşımızdaki. Devrimin neyi başardığı veya bugün devrimden geriye ne kaldığı üzerine düşünceler üretmek için bir fırsat olarak da görülmesi gereken ve gelecekteki devrimler için de yol gösterici olabilecek bir film zaten bu açıdan bile başlı başına önemli olsa gerek.
İlk kısa filmin yönetmeni Fernando Eimbecke ve adı “La Bienvenida – Karşılama Töreni”. Filmde bir devlet büyüğünün ziyaretine hazırlanan bir yoksul kasabanın orkestrasındaki ve pek de yetenekli olmayan bir tuba müzisyenini izliyoruz. Karartmalı geçişlerle ve kısa sahneler kullanılarak, siyah beyaz olarak çekilen film, adeta devrimden geriye kalanla ilgili hayal kırıklığını anlatıyor. Yoksul ile iktidar sahipleri arasındaki uçurumu simgeleyen bir hikâyeye (ki çok da orijinal değil belki ama etkiliyor yine de) sahip film ve sonda adamın boşluğa doğru çaldığı tubanın sesi de ezilenlerin protestosunun yerine geçiyor.
İkinci film Patricia Riggen tarafından çekilmiş ve adı “Lindo y Querido – Güzel ve Sevgili”. ABD’de ölen babasını isteği üzerine gömülmesi için halası ile birlikte Meksika’ya götürmek zorunda kalan bir kadının mizahi yanı da olan hikâyesinin devrim mücadelesindeki yurtseverliği ve dayanışmayı anlattığı söylenebilir. Dedesi Zapata ile birlikte savaşmış kadının başta Meksika’ya gitmekteki isteksizliğinin finalde güzel bir dayanışma ile sona ermesi filmi çekici kılıyor ama bir parça basit ve duygusal göründüğünü de belirtelim bu bölümün.
Üçüncü film ünlü oyuncu Gael Garcia Bernal tarafından çekilmiş ve “Lucio” adını taşıyor. Yalın hikâyesi, çocuk oyuncularının doğallığı ve doğaçlama görünen havası ile film devrimlerdeki isyancı ruhu anlatıyor. Büyükannesinin ısrarına ve zorlamasına rağmen haç çıkarmayı reddeden çocuğun belki de ilk isyanını anlatan film sondaki güzel ve doğru kareleri ile de dikkat çekiyor. Bernal’in sanki çocukluğundan bir anı hatırladığı ve anlattığı bir film bu.
“El Cura Nicolas Colgado – Ağaca Asılı Rahip” adını taşıyan dördüncü filmin yönetmeni Amat Escalante. Siyah beyaz film iki çocuğun bir ağaca baş aşağı asılı olarak buldukları bir rahiple birlikte çöl bir arazide yaptıkları yolculuğu anlatırken sonda yemek için girdikleri yerin ismi devrim mücadelesini verenlerin yenilgisini simgeliyor diye düşünüyorum. Kimi çarpıcı görüntüleri ile Bunuel’i de çağrıştıran film derdinin ne olduğunu söylemek konusunda o denli başarılı değil ama yine de ilginç olduğu söylenebilir bu kısa filmin.
Meksika sinemasının gözde yönetmenlerinden Carlos Reygadas’ın “Este es Mi Reino – Burası Benim Krallığım” adlı kısa filmi öncelikle görsel ve ses kurgusu ile dikkat çeken bir çalışma. Yönetmen hikâyesinde sanki Meksika toplumunun bugününe farklı sınıflar üzerinden ve bu sınıfların üyeleri aralarında özellikle bir mesafe bırakarak bakıyor. Çağdaş Meksika toplumundaki şiddetin yaygınlığını çağrıştıran sahneler devrimin amaçladığının aksine sınıfların yerli yerinde durduğunu ve sevginin değil şiddetin egemen olduğu bir hayatı anlatıyor. Reygadas’ın filmindeki görsel başarısına ve kısa süresi içinde başlangıçtaki sakinlikten sondaki kaosa geçişte gösterdiği ustalığa da dikkat çekelim.
Mariana Chenillo’nun çektiği altıncı hikâye ”La Tienda de Raya – Dükkan” adını taşıyor. 1910’daki devrim öncesinde işverenlerin çalışanların maaşlarının büyük bir kısmını sadece yine kendilerine ait dükkanlarda geçen senetler ile ödemesine benzer bir uygulamanın olduğu bir dev mağazada çalışan kadının hikâyesini anlatıyor bu bölüm. Devrimin gerekliliği ve bu gerekliliği yaratan koşulların hep var olacak olması üzerine bir söz burada söylenen. Hikâye bir parça yüzeysel ama Monica Bejarano’nun oyunu ile film iç acıtan bir hüzne sahip olmayı başarıyor yine de.
Gerardo Naranjo’nun “R-100” adını taşıyan filmi yaralı arkadaşını bir yerlere götürme çabası içindeki bir adamın bunu başarabilmek için kendisine bir kurban arayışını etkileyici bir şekilde anlatıyor. Duvarlara yazılmış “Yaşasın Meksika” cümlesinin gölgesinde aktarılan hikâye, insanların içinde bulundukları zor koşullarda her şeyi göze alabileceklerini söylemesi ve bu bağlamda dayanışmanın yok olduğu toplumlarda bireylerin birbirlerini kurban edebileceklerini ve bireyselliğin tehlikesini göstermesi ile de önemli.
Rodrigo Plá’nın yönettiği sekizinci bölüm “30/30” adını taşıyor ve Meksika devrimin sembol isimlerinden Pancho Villa’nın torununun devrim 100. yılı kutlamaları için davet edildiği gösterilerde politikacılar tarafından kendi imajları için kullanılmasını anlatıyor. Plá hikâyesinin büyük kısmını sabit fotoğrafları kurgulayarak anlatmış ve bu tercih hem adamın yaşadığı hayal kırıklığının üzerinde durup düşünmemizi sağlıyor hem de onun sadece görsel bir malzeme olmaktan öteye geçememesinin altını çiziyor. Bugün Che’nin mücadelesinin tüm anlamlarından sıyrılıp kapitalizmin elinde pazarlanan bir ürüne dönüştüğünü düşününce sistemin bu hikâyede de anlatılan yozlaştırıcılığı daha iç acıtıcı oluyor kuşkusuz.
Diego Luna’nın yönettiği kısa filmin adı “Pacífico”. Tüm bölümler içinde en zayıfı sanki bu bölüm ve başta ailesini iş hırsı için ihmal eden adamın sonda gerçek değerleri keşfetmesi filmin kısa süresinin de etkisi ile geçemiyor seyirciye yeterince. Yine de filmin teknik yanının güçlü olduğunu ve Ari Brickman’ın performansının dikkat çekici olduğunu söyleyelim.
Son ve onuncu bölüm bugünlerde Hollywood’da popüler filmler çekmekle meşgul Rodrigo Garcia’nın imzasını ve “La Séptima y Alvarado – Yedinci Cadde ve Alvarado” adını taşıyor. Los Angeles’taki bir Latin bölgesinde caddede yürüyen insanların, uçan kuşların vs. görüntülerini aşırı yavaşlatılmış ve bu nedenle de görsel olarak müthiş bir etkiye sahip biçimde karşımıza getiriyor film. Görselliğine çok uyan bir müzik eşliğinde ve hiç diyalog olmadan aktarılan bu görüntülere birden bire giren Meksika devrimcilerinin görüntüsü de aynı derecede çarpıcı. Bu devrimcilerin gözlerindeki hüzün ve öfke, uğurlarına mücadele ettikleri insanların bugün onların karşısında durduğu her değerin temsilcisi olan bir ülkede yaşadıkları hayata duydukları tepkinin sonucu olsa gerek. Bu kısa film görsel açıdan göz yaşartacak derecede başarılı ama biçimin içeriği ezdiği de açık yönetmenin tercihi nedeni ile.
(“Revolution” – “Devrim”)