Latife Tekin’in ilk romanı. 12 Eylül’ün etkisini güçlü bir şekilde sürdürdüğü günlerde yayımlanan roman o dönem ülkenin içinde bulunduğu karanlığı aydınlatan sanat eserlerinden biri olmuş ve büyük ilgi uyandırmıştı. Hep söylendiği gibi “Büyülü Gerçekçilik” akımının bizdeki ilk örneklerinden biri olan bu güçlü romanı bu denli bizden kılabilmesi Tekin’in önde gelen başarılarından biri olsa gerek. Kayserili bir ailenin (anne, baba, beş çocuk ve bir gelin) ilk bölümde köydeki, ikinci bölümde ise şehirdeki hayatlarını anlatan romandaki karakterlerinden biri olan Dirmit (ailenin küçük kızı) yazardan izler taşıyor ve Tekin’in “Yedi kardeşin arasından titrek bir gölge gibi sıyrılıp liseyi bitirdim. Korku ve yalnızlığın içinden okula gitmenin bedelini ödedim. İnanılmaz savrulmalar, inkâr ve baskıların bin çeşidi. Kente ayak uydurmak için boğuşup durdum. Her yanım yara bere içinde kaldı.” sözleri ile ifade ettiği kendi hayatından da esinlenerek yaratılmış bir karakter.
Kitap biçimsel olarak sözlü anlatım geleneğinin temsilcisi gibi yazılmış: Romanın büyük bir kısmında kısa cümlelerle karşısındakilere uzun bir hikâye anlatan bir anlatıcıyı dinliyor gibi hissediyorsunuz adeta. Romanın sekiz temel karakterinin yaşadıkları, hissettikleri ve düşünceleri bir karakterden diğerine atlanarak ve hiç nefes almamacasına (veya aldırmamacasına) akıp gidiyor önünüzde. Bazen yarım sayfa uzunluğundaki bir paragrafın içinde karakterlerden biri hayatî bir karar alıyor, uyguluyor, sonucunu görüyor ve farklı bir karar alıyor örneğin. Bu tercih kitabın yüzeysel bir yaklaşımı benimsediği veya karakterlerin sadece aksiyonlar üzerinden anlatıldığı anlamına gelmemeli kesinlikle. Aksine her bir karakteri sayfalarca süren tasvirlerini okumuş kadar tanıyor ve tümünün düşüncelerini ve duygularını en gizli olanlarına kadar birebir siz de yaşıyorsunuz roman boyunca. Gelin Zekiye karakteri diğerlerinden bir parça geride bırakılmış ama diğer tüm karakterlerin her biri romanın ayrı birer kahramanı gibi görünüyor. Yine de anne ve Dirmit karakterlerinin öne çıktığını ve birinin aileyi bir arada tutma konusundaki kararlılığı ve mücadeleciliğinin, diğerinin ise etrafındaki tüm kısıtlamalara, baskılara ve “normal”i takip etmesi için zorlamalara karşın bazen sadece hayal gücüne sığınarak da olsa direnmesinin romana “feminist” bir bakış kattığını söylemek mümkün. Buradaki feminizmi daha çok toplumdaki cinsiyetçi bakışın ve kadına biçilen rolün dışına çıkmaya çalışan Dirmit’in el yordamı ile giriştiği bir arayış olarak anlamak gerekiyor kuşkusuz.
Kendisi de Kayserili olan Latife Tekin yörenin yerel kelimelerini, cümle kuruluş biçimlerini ve özel deyimlerini ustalıkla yedirmiş romana ve kitabı bizden kılan unsurlardan biri de bu. Bunun yanında, kitaptaki olayların tüm ülkenin savrulduğu bir dönemde geçmesi ve karakterlerinin ayakta kalma mücadelesinde oradan oraya savrulduğu zamanları anlatması da romanı yerel kılıyor. Ailenin erkek çocuklarının işportacılıktan (kaçak sigara satmak ve tombalacılık gibi dönemin tipik işleri de dahil buna) “köşeyi dönme” çabalarına uzanan girişimleri, babanın ve sonra da çocuklardan birinin kapıldığı dinci cemaatlerden babanın kendisini bir an içinde bulduğu ve dincilerle solcuların kapıştığı eyleme kadar Türkiye’nin sosyal, siyasî ve ekonomik olayları hikâyeye çok iyi yedirilerek yerini alıyorlar kitapta. Toplumun kişisel ilişkiler bazında olanlar da dahil tüm ilişki bazlı dinamiklerini ustaca sıralamış kitapta Latife Tekin.
Su tulumbası ile, kuşkuş otu ile, deniz ile, kar ile, tüm bir şehir ile konuşan Dirmit, Azrail ile pazarlıklar yapan anne, denize aşık olan ve onunla konuşan baba vs. romana o büyülü gerçekçiliğin çekici tadını katan unsurlardan birkaçı sadece ve türün tüm başarılı örnekleri gibi bir büyülü olayın hem gerçekçi bir açıklaması var aslında hem de yok; bir başka ifade ile büyü ile gerçek ustalıkla karışıyor birbirine burada. En küçük erkek çcocuğun kabadayı olması, Dirmit’in köydeki son günleri veya annenin ölümü gibi yazarın dilinin zirveye ulaştığı pek çok bölüm var kitapta ve bazen tek bir cümle ile (“Gözlerinden dudaklarına tuptuzlu iki şiir döküldü”) okuyucuyu yürekten vuruyor yazar. Özetle edebiyatımızın mutlaka okunması gereken, yüz akı eserlerinden biri “Sevgili Arsız Ölüm” ve sanatçının yaşadığı topluma yüzünü döndüğünde neler yaratabileceğinin çarpıcı bir örneği.