Somewhere – Sofia Coppola (2010)

“Bebeğim, oyuncak ayın olayım senin. Tak boynuma zinciri ve götür istediğin yere”

Hayatı alkol, partiler ve seks ile geçen bir Hollywood yıldızının on bir yaşındaki kızının kendisini ziyaret etmesi ile hayatını sorgulamasının hikayesi.

Sofia Coppola’dan bir erkek yıldız üzerinden şov dünyasına bir bakış. Film karakterinin üzerinden aile, büyümek, ünlü olmak ve asıl olarak da hayatın varoluşçuluk bakış açısından anlamı üzerine bir hikâye anlatıyor. Bu hikâyeyi anlatırken sinemasal açıdan yeterince doyurucu olamayan film yine de kimi özellikleri ile ilgiyi halk ediyor.

2010 Venedik film festivalinde çok da güçlü olmayan rakiplerinin arasından sıyrılıp Altın Aslan ödülünü alan film zenginlik, lüks ve sefahat içinde yaşayan bir adamın içinde bulunduğu ve alttan alta hissettiği boşluğun farkına varması ile değişmeye başlayan dünyasını anlatıyor. Stephen Dorff’un filmografisinde yer alan diğer eserlerdeki rollerinden oldukça farklı bir rolde kimilerine göre kendi hayatından da izler taşıyan bir karakteri canlandırırken, senaryo bu sevmesi çok da kolay olmayan kişiliği tarafsız bir gözle ve olduğu gibi getirmeye çalışıyor karşımıza. Filmin giriş sahnesinde lüks spor arabası ile daireler çizerek görüntüye bir girip bir çıkan adamın bir derdi olduğunu anlıyoruz ama otel odasında kendisi için özel direk dansı yapan kızları seyrederken veya birkaç dakika önce tanıştığı bir kızala sevişirken uyuyakalan yıldızın yaşadığı “zevk ve alem” dünyasından eğer sıyrılmak istiyorsa kendisine engel olanın ne olduğunu seyirciye geçiremiyor senaryo. Öyle ki bir süre sonra karakterimizin bunalımını bir şımarıklık olarak görmeye ve mutsuz bir anında aradığı eski bir sevgilisinin telefonda kendisine söylediği gibi “gidip bir hayır işinde çalışsın” diye düşünmeye başlıyorsunuz. Yıldızın yaşadığı hayatın ve genel olarak şov dünyasının boşluğunu anlatmak için filmde yer almış görünen saçma sorular ile geçen basın toplantısı veya İtalya’daki ödül töreni biraz fazlası ile kolaya kaçmış görünen sahneler ve kahramanımızı daha iyi anlamaya da yardımı olmuyor. Aslında filmin buna yönelik çok da derdi yok gibi; film daha çok sakin bir sinema dili ile ebeveyn olmak, anlamsızlık ve ünlü olmak gibi kavramları gündeme getirmeye çalışıyor sadece.

Her Coppola filminde olduğu gibi yine alternatif rock müziğe yer vermiş filminde Coppola ve Fransız grup Phonenix’in şarkıları filme doğrudan hikâye ile ilgileri olmasa da çekici bir yan katıyor. Görüntülerinin temizliği ile de dikkat çeken film özellikle bir olay örgüsüne sahip olmamasının bir başyapıtın aksine pek de yararını görmüyor. Uzun çekimler veya hikâye boyunca alışılagelen anlamda bir şeyler olmaması bir filme mutlaka bir sanatsal hava katmıyor elbette ve film işte tam da bu noktada zayıf düşüyor. Kahramanımızın varoluşsal krize kapılmasının nedenini anlamayınca ve karaktere de yeterince yakınlık hissetmeyince filmin seyirci üzerinde bıraktığı soğuk hava da bir türlü tam anlamı ile dağılamıyor film boyunca.

Kimi önemli kusurlarına karşın ve hatta bu kusurları ile doğrudan ilişkili kimi başarıları da var filmin. Evet, film karakterine yeterince yaklaştırmıyor bizi ama kahramanın içinde bulunduğu durumu mutlaka bir olumsuzluk göstergesi olarak da sergilemiyor ve hatta çekici olmadığını da iddia etmiyor; sadece sergilemeyi tercih ediyor. Film baba ile kızı arasındaki ilişkiyi yine altını çizmeden adeta doğumundan itibaren elle tutulur hale gelinceye kadar yavaş yavaş büyütüyor gözümüzün önünde ve bunu tipik bir ticari filmin aksine süslemeden yapmayı başarıyor. Keşke film kahramanımızın varlığını sorgulamasını daha iyi anlatabilseydi ama anlaşılan filmin kendisi de onun yaşadığı hayatın boşluğundan fazlası ile etkilenmiş.

(“Başka Bir Yerde”)

(Visited 163 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir