1945 – Ferenc Török : İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminden hemen sonra bir Macar köyüne gelen gizemli iki yahudinin köyde neden olduğu tedirginlik ve suçluluk duygusunu anlatan bir film. Bizi tek bir gün içinde olup bitenlere tanık yapan film, bir kısa hikâye havasını ustalıkla kullanıyor ve tüm karakterlerin duygularını (özellikle de korkularını, inkârlarını ve yüzleşmelerini) seyirciye etkileyici bir şekilde geçiriyor. Zaten önemli bir konuyu anlatan ve süresi de uzun olmayan filmin hikâyesine ayrıca Rus askerleri ile olan ilişkileri de eklemesi gibi yanlış görünen bir tercihi olsa da, işlenen suçların üzerine kurulu bir huzurun kalıcı olamayacağını çekici bir biçimde anlatıyor bize bu çalışma. Belki de hikâyenin en başarılı yan, köylülerin kurdukları düzenin tadını köye gelerek kaçıran iki yahudi karakterinin sessiz trajedileri ve niyetleri o olmasa da önemli bir yüzleşmeyi tetiklemeleri. Filmin sonunda düzenin en azından şimdilik sürebildiğine tanık olmamızı sağlıyor film ve köyden gidenleri (veya o düzene katlanamayanları) masum olan karakterlerden seçerek vurucu bir kötümser mesaj da veriyor bize. Elemér Ragályi’nin özenle yaratılmış siyah beyaz görüntüleri ve her defasında dikkatle belirlenmiş görünen kamera açıları ile görsel gücü yüksek bir film bu. “Ruslara da sataşmayı unutmayalım” yaklaşımı bir yana, eli yüzü düzgün bir anlatımla, bir “küçük” hikâyeden nasıl sağlam bir film çıkartılabileceğinin örneği olarak da ilgiyi hak ediyor. Yozlaşan bir toplumun hiçbir unsurunun bu yozlaşmadan muaf kalamayacağını hatırlatması ile de önem taşıyan film belki çok güçlü bir sinema tadı veremiyor her anında ama kesinlikle ilgiyi hak ediyor.
Bir Öğlen Hikâyesi (Majaray-E Nim Rooz) – Mohammed Hossein Mahdavian: İran İslâm Cumhuriyeti’ni yıkmayı hedefleyen Halkın Mücahitleri Örgütü’nün 1981’de gerçekleştirdiği suikastler ve terör eylemleri nedeni ile örgüt üyelerinin peşine düşen “Devrim Muhafızları”nın hikâyesi. Bir politik drama olarak nitelendirilebilecek olan film Tahran’da düzenlenen Fajr Film Festival’inde bolca ödül kazanmış bir çalışma. Mohammed Hossein Mahdavian’ın hikâyesini ustalıkla anlattığı film teknik anlamda Hollywood’u aratmıyor pek ve hatta hareketli kamera kullanımının filme sağladığı gerçekçilik duygusu da epey etkileyici. Örgütün peşine düşen güvenlik ve istihbarat elemanlarının çabaları, örgütle mücadele konusundaki görüş farklılıkları ve içlerine sızmış hainleri bulmaya çalışmaları -belki bir parça yoğun diyalog kullanımı da içererek- tempoyu hiç düşürmeden anlatılıyor. Oyuncu kadrosu da sağlam performanslarla hikâyeye destek olurken, Habib Khazaeifar’ın tema müziği filmin politik gerilim atmosferine katkı sağlıyor. İran’ın yakın tarihini ve 1979 devriminin öncesi ve sonrasında yaşananları bilenlerin daha da ilgi ile izleyeceği muhakkak olan çalışmanın bu bilgiye en azından asgarî bir düzeyde sahip olanların ilgisini bile ayakta tutacak bir senaryosu var. Devrimden önce Humeyni ile birlikte Şah’a karşı mücadele etmiş olan örgütün devrimden sonra diğer pek çoğuna yapıldığı gibi tasfiye edilmesi ve hatta ezilmesinden hiç söz etmeyen filmin, sadece örgütün terör eylemlerine odaklanması, karşılarına “kahraman” güvenlik güçlerini yerleştirmesi, onların zaman zaman sertleşseler de buna hep haklı gerekçeleri varmış gibi göstermesi ve finaldeki “bebek” gibi unsurlar ise filmin fazlası ile “devlet ve resmî tarih” yanlısı olduğunu ele veriyor. Olayların nedenine boş verip ve gerçeklerin sadece “uygun görülen” kısmını kullanarak ne derece dürüst bir film yapılabilir tartışması için iyi bir örnek olabilir bu çalışma.
(“Midday Event” – “The Story of Noon”)