Süpermenler – Italo Martinenghi (1979)

“Bu başarılı oyunun için sana Nobel Ödülü verilmeli”

Zaman makinesi, uyuşturucu mafyası, süpermen(ler) ve karatenin karıştığı bir hikâye.

1970’li yıllarda Yeşilçam’ın İtalyan sinemacılarla ortaklaşa çektiği (ve bu kez İspanyolların da katıldığı) “avantür” filmlerden biri. Her ne kadar adında Süpermen ifadesi geçse de buradakiler daha çok uçan değil, atlayan zıplayan türden ve taklit ettikleri kıyafetleri dışında onunla hiçbir ortak yanları yok. Dökülen bir senaryo, ardı arkası kesilmeyen mantık ve devamlılık hataları, kötü oyunculuklar, sululuk kelimesinin az geleceği bir tarz ve esinlenilen (yağmalanan demek daha doğru olur aslında) Hollywood filmlerinin kötü taklitleri… Tüm bunlara rağmen “eğlenmek” için bir göz atılabilir yine de. “Dünyayı Kurtaran Adam” gibi bir kült ol(a)mamasının temel nedeni ise, o filmin tüm “ciddiyet”i ile bir hikâye anlatmaya soyunması ve tam da bu nedenle absürt bir eğlence kaynağı olabilmesi, bu filmin ise rahatsız edici bir komiklik çabası içinde dönüp durması olsa gerek.

Biri filmde rolü de olan üç İtalyan ile sinemamızın aralıksız üreten isimlerinden Erdoğan Tünaş ve Fuat Özlüer’e ait olan senaryo tam bir kolaj niteliği taşıyor; “Supermen” ve “The Godfather – Baba” filmlerinin o dönemdeki popülaritesinden sonuna kadar yararlanma niyetini taşıyan hikâye bunu da oldukça kaba bir biçimde yapmış. Cüneyt Arkın ile İtalyan oyuncular Aldo Canti ve Salvatore Borghese’nin canlandırdığı üç süpermenimiz var hikâyede ama bu süpermenlerin iyi dövüşme ve Arkın’ın pek çok filminde tekrarladığı havada uçarak tekme atma ve yükseklerden atlama dışında süper bir becerileri yok. Canti ve Borghese’nin canlandırdığı karakterlerin bir de “komedi” becerileri var ama bu konuya hiç değinmemek çok daha hayırlı olur! Orijinalinden farklı renklerde olsa da onun pelerinli ve taytlı kıyafetini giyen karakterlerimizin bunun dışında Süperman ile hiçbir ortak yanı yok. İtalyan yönetmen Italo Martinenghi bu filmden önce ve sonra yapımcı ve/veya yönetmen olarak yine üç süper adamlı filmler çekmiş ve anlaşılan kimileri bizde de gösterilen bu filmlerin “gördüğü ilgi” onu Yeşilçam’a kadar getirmiş. Türk sinemasının özellikle televizyon nedeni ile krizde olduğu yıllarda sinemamıza girmiş olan erotizmi de burada İtalyan usulü olarak ve kaba hali ile görme fırsatını bulduğumuz filmin elbette ciddiye alınacak bir yanı yok ama yine de kimi öğelerine değinmek ilginç olabilir.

Yukarıda senaryonun bir kolaj havasını taşıdığını belirtmiştik; öyle ki bazen peş peşe olan sahnelerin bile birbiri ile ilgisi olması için herhangi bir çaba sarfedilmemiş. Adeta farklı filmlerin sahneleri nerede ise rastgele bir sıra içinde karşımıza çıkarılıyor gibi hissediyorsunuz filmi seyrederken. Bununla tutarlı olarak aynı film içine süpermen, zaman makinesi ve mafyanın yerleştirilmesi de bu kolaj havasını destekliyor. Burada da “ilişkisizlik” o derece ileri gidiyor ki, örneğin film bittiğinde kendinizi zaman makinesi ne arıyordu bu hikâyede diye sorarken bulabilirsiniz. Senaryo o sırada gündemde olan ne varsa hepsinden bir parça katmış hikâyesine özet olarak.

Hikâyedeki mantıksızlıkların örnekleri ise saymakla bitecek gibi değil. Zaman makinesini bulan Alman profesörün (elbette Alman kendisi, klişelere uygun olarak) neden makinenin ilk denemesini Türkiye’de yaptığından tutun koskoca bir zaman makinesinin neden peşine onca insanın düştüğüne bir parça mantık taşıyan bir gerekçe bulma zahmetine katlanılmamasına (geçmişe giderek uyuşturucuyu kimin çaldığını bulmak isteyen bir mafya lideri veya Türkler İstanbul’u fethederken can havli ile hazinelerini gömen Bizans asillerini gözetleyebilmek anlamlı bir gerekçe olmasa gerek) kadar onlarca örnek sıralanabilir bu konuda. Diyaloglara da yansıyan bu tuhaflıkların bu alandaki en “çarpıcı” örneklerinden birisi ise hikâyeye erotizm kontenjanından katılan İtalyan Andrea Guzon’un seksi hemşiresi ile doktor arasında geçen konuşmalar. Bu diyaloglarda beş dakika içinde önce doktor tedaviyi hemşireye bırakıyor, sonra hemşire doktora teşhis koydunuz mu diyor, ardından doktor tedavi yöntemi öneriyor ve aralarda da doktor birilerine teşhisi ve tedaviyi anlatıp duruyor sürekli olarak. Sanki bir sahne farklı versiyonlarda çekilmiş ama sonra hepsi birden kullanılmış adeta.

Guzon’a göre daha “edepli” bir erotizm malzemesi olarak filmde yer alan Güngör Bayrak ile sevgilisinin yer aldığı bir sahnede adamın “neden ayağa kaktın” sorusunu Bayrak’tan önce seyircinin cevaplayacağını ve “bikinili görünmek” için diyerek doğru cevabı vereceği filmin erotizmi kaba bir komiklikle bezenmiş ve filmin genel sululuğuna uyum göstermiş açıkçası. Hikâyenin fiziksel komedisi ne kadar kaba ise, sözlü komedisi de o derece sıradan. Alçılığı bacağına basıldığı için “bacağım gitti” diye bağıran bir adama cevap olarak “gittiyse, koş arkasından getir” cevabının verildiği bir komedinin düzeyinden söz ediyoruz demek yeterli olur sanırım bu sıradanlığı açıklamak için. Karşısındakine doktor rolü yapan Cüneyt Arkın’a, hemşirenin rolünü ne kadar başarı ile canlandırdığını vurgulamak için bu oyunu ile Nobel’i (Oscar değil, Nobel!) hak ettiğini söylemesi ise filmin herhalde amaçlanmamış olsa da en komik olmayı başaran anı olsa gerek.

Sondaki bitmek bilmeyen ve bir noktadan sonra çok yoran kaçıp kovalamaca sahnesi, “The Godfather – Baba” dahil olmak üzere farklı filmlerden aşırılan müzikleri, hikâyede ne aradığı bilinmeyen karakterleri, zaman makinesinin zamanın içinde değil aynı zamanın içindeki farklı mekanlar arasında gezinmesi, profesörün zaman makinesinin içindekilere “motorlar durmadan kapıyı açmayın” uyarısını yapması vb. saçmalıkları ile film ilgi çekebilir belki ama bunun da ön şartı filmi “şu saçmalıkları seyrederek eğleneyim biraz” kararlılığı ile seyretmek. Buna ilave olarak, Michael Jackson’ı hatırlayacağınız bir “ay yürüyüşü (moonwalk) sahnesi, o dönem Türk sineması için alışıldık olmayan bir şekilde ve kısa bir sahne için de olsa polislerle dalga geçilmesi ve atlayıp zıplayan Cüneyt Arkın ve onun iki komik versiyonu da çekim kaynağı olabilir kimileri için.

(“3 Supermen Against Godfather” – “3 Supermen Contro Il Padrino” – “Los Tres Supermanes Contra el Padrino”)

(Visited 583 times, 11 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir