Gigante – Adrián Biniez (2009)

“Bir şeyleri kırmak istiyorsan, kafanı duvara vurmakla başlayabilirsin”

Bir süpermarkette güvenlik görevlisi olarak çalışan bir adamın temizlikçi bir kıza karşı hissettiği gizli duygularının hikâyesi.

Urugay sinemasından hoş bir örnek. Adrián Biniez ilk uzun metrajlı filminde sıradan insanların sıradan hayatlarına ve sıradan aşklarına küçük, sade ve keyifli bir bakış atıyor ve ortaya o alçak gönüllü filmlerden biri çıkıyor. İyi yürekli bir adamın naif aşkı olarak özetlenebilecek film aşkın dönüştürme gücü üzerine alçak tonda söyledikleri ile de kendisini çekici kılmayı başarıyor.

Güvenlik görevlisi kahramanımızın filme de adını veren iri yarılığı akla iyi yürekli devlerin normal insanların arasında hissettiği yalnızlıkların masallarını getiriyor. Yalnız hayatını sürdürürken haksızlıklara müdahele eden, hoşgörüsü ile küçük ve masum suçları görmezden gelen ve temelde iyi yüreğinin işaret ettiği bir şekilde yaşayan bir adam karşımızdaki. Monitörler aracılığı ile sürekli gözlediği süpermarketteki temizlikçi kızı fark etmesi ile yalnızlığından tutkulu bir aşka sürükleniyor. Film boyunca hiç diyaloğu olmayan ve Leonor Scarvas tarafından yüzünden hiç eksilmeyen hafif bir gülümseme ile canlandırılan temizlikçi kızın sakarlığı, sadeliği ve yalnızlığı kahramanımızı hem eğlendiriyor hem de kendisine duyduğu tutkunun her gün artmasına neden oluyor. Görev başında monitörlerden, mesai saatleri dışında da gizlice peşine takılarak izlediği kızın bu dev adamın iri cüssesi ile zıtlık yaratır görünen aşkındaki çocuksuluğu film akıllıca kullanıyor ve baş karakterini seyirci için cazip hale getirmeyi başarıyor.

Bir aşkı anlatan bir hikâye bu ama aşkın öznesini özne çıkaran ve onun karakterini bize başarılı sahneler ile yeterli detayda aktarırken aşkın nesnesini ayrı bir karakter olarak ele almayıp adamın onu nasıl gördüğü ile anlatmakla yetiniyor genelde. Bu da senaryonun bir zayıflığı olarak değil de filmin genel atmosferine uygun bir tercih olarak düşünülmeli aslında. Sonuçta bu masalın kahramanı dev ve biz onu izliyoruz temel olarak hikâye boyunca. Bu hikâye de sıradan hayatlarımızın içindeki küçük komik anları başarı ile yakalıyor ve filmin masalsı havasını destekliyor. Örneğin restoranda kızı gizlice gözetleyen kahramanımızın boğazına leblebinin kaçtığı sahne o anın hüzünlü havasını hüznü dağıtmadan bir komediye çevirerek beklenmedik bir ödül veriyor seyirciye. Bu sahnelerin bir benzeri de adamın peşinden sinemaya girdiği kızın oynayan iki filmden hangisine girdiğini anlamaya çalıştığı bölüm ve sinema içinde geçen bu bölüm filmin pek çok diyalogsuz anında olduğu gibi hayli eğlenceli. Senaryonun aşk başlayana kadar belki bir parça ağır tempolu olan havasının aşktan sonra hız kazandığını da belirtmek gerek. Tıpkı insanoğlunun hayatında olduğu gibi.

Horacio Camandule ilk ve şu ana kadarki tek sinema filminde baş karakteri çarpıcı bir yalınlık içinde oynuyor. Filmi seyrederken dev cüsseli bir güvenlik görevlisinin hayatının belgeselini seyrediyor gibi hissedebilirsiniz onun bu sade oyunu nedeni ile. Adrián Biniez’in kamerası film boyunca onun peşinde gezerken Camandule sanki kendisi zaten o güvenlik görevlisi imiş gibi küçük ve sıradan hayatını yaşamaya devam ediyor. Biniez senaristliğini de üstlendiği filmi ile sinemanın ihmal ettiği sıradan insanları, ne zenginlik ne iktidar sahipliği anlamında önde olan insanları, önümüze getiriyor ve çok da iyi ediyor. Final sahnesinin sessizliği ile masallara yaraşır bir son veriyor bize.

(“Giant” – “Koca Adam”)