Kara Göl (Black Pond) – Tom Kingsley / Will Sharpe : Sadece İngiliz sinemasından çıkabilecek türde bir trajikomik film. Tuhaf karakterleri, belgeseli andıran girişi, zaman zaman kameraya röportaj verir gibi konuşan karakterleri ve başarılı diyalogları ile hem komik hem melankolik olmayı başaran film, çok tanıdık gelecek olsa da kesinlikle komik olmayı beceren terapi sahneleri ile de dikkat çekiyor. Normalin arkasında gizli olan anormali sergilemesi ile de ilginç olan çalışmada tüm kadro rollerinin hakkını veriyor. Çok düşük bir bütçe ile çekilen (rüya sahnelerinde kendisini belli eden bir durum bu açıkçası) filmin belki de temel başarısı, karakterleri tuhaf olunca kendisi de sinemasal özelliklerini yitirecek şekilde tuhaflaşan filmlerin aksine seyrettiğimizin bir sinema eseri olduğunu unutturmaması. Kimi sahneleri bir parça sarkmış olsa da ve her anında yeterince komik olamasa da ilginç olmayı başaran bir film. Aile içi ilişkiler ve söylenenler ile söylenmeyenlerin yarattığı gerilimle ilgili tespitleri de hayli eğlenceli. Hikâyede ön planda olmasa da Tim karakterinin filmin gizli yıldızı olduğunu da eklemek gerek.
Vahşiler (Los Salvajes) – Alejandro Fadel : Arjantin sinemasından sert bir film. Sertliği görselliğinden çok, karanlık atmosferinden kaynaklanıyor. Cinayet de işledikleri bir soygundan sonra bulundukları hapishaneden kaçan ergenlik çağındaki beş gencin Arjantin’in dağlık bir bölgesindeki yolculuklarını anlatan film başlangıçta gençler arasında var gibi görünen bağlılığın yolculuk ilerledikçe yavaş yavaş çözülmesini görselliği yüksek bir dil ile anlatıyor. Julián Apezteguia’nın görüntülerinin zenginleştirdiği filmin aksayan yanı senaryosunun akışı olan bir hikâye içermemesi ve bunu çok da önemsemiş görünmemesi; hikâye daha çok geçmişteki suçlarının vurguladığı gibi “vahşi” birer doğaları olan ama bu doğalarını insanların bulunduğu ortamda gösteren gençlerin yabani ve nerede ise insandan arınmış bir ortamda birer vahşi gibi yaşadıklarında olanları göstermeyi hedeflemiş görünüyor. Hemen tamamı ilk filmlerinde oynayan genç oyuncular aksamıyor ama sıkı bir oyunculuk da sergilemiyorlar açıkçası. Başarılı müzikleri, mekanları çarpıcı biçimde karşımıza getiren geniş plan çekimleri ve vahşiliğin doğasını birebir yansıtan yakın plan çekimleri ile ilgiye değer bir film.
(“The Savages”)
Antiviral – Brandon Cronenberg : David Cronenberg’in oğlu olan yönetmenin ilk uzun metrajlı çalışması. Yakın bir gelecekte geçen film, ünlülere olan hayranlıkların ne kadar ileri boyutlara taşınabileceği fantezisi üzerine kurmuş hikâyesini. Bu hayranlıklar bugün hayal etmesi bile güç seviyelerde; ünlü insanlar hayranları için örneğin uçuk virüslerini satışa çıkarıyorlar, ünlülerin hücrelerinden üretilen biftekler restoranlarda yüksek fiyatlara alıcı buluyor. Ünlülerin bir “parçasına” sahip olmak arzusunun taşındığı noktaları sergileyen film oldukça stilize bir çalışma. Beyaz ağırlıklı soğuk renkli mekanlar filme ihtiyacı olan “hijyenliği” sağlamış görünüyor. Film boyunca insan derisine sokulan iğne görüntülerinden ağızlardan sızan kanlara kimilerini hayli rahatsız edecek görüntülerin mevcut olduğunu da söyleyelim. Başroldeki Caleb Landry Jones’in erken dönem Bowie’yi çağrıştıran cinsiyetsiz yüzü hikâye boyunca acı (maddi ve manevi her türlü acıdan söz ediyorum burada) çeken yüzünü sergilediği film hikâyesinde kimi aksamalar da yaşıyor ve gereğinden fazla uzamış görünen akışı ile zaman zaman aksıyor. Anlaşılan Cronenberg senaryosundaki kimi öğeleri ayıklamaya kıyamamış ve filmin genel olarak bir fazlalık hissi vermesine engel olamamış. Yine de ilginç teması ile ilgiyi hak ediyor.