Adams Æbler – Anders Thomas Jensen (2005)

“Hepimiz mantığın sesini dinleseydik, dünya kasvetli bir yer olurdu”

Kamu hizmeti ile cezalandırılan bir neo-nazi’nin geldiği kilisede yaşananların hikâyesi.

Cemaati hemen hemen hiç olmayan bir kilise, garip bir rahip, yine suçlu geçmişleri olan bir Pakistanlı ve bir eski tenis oyuncusu, hamileliği ile ilgili sorun yaşayan bir kadın ve garip bir doktor. Tüm bu karakterlerin bir araya geldiği ve alegorilerle dolu bu film kara mizahın ağır bastığı, eğlenceli, şaşırtıcı, klişeleri kullanır gibi yapıp onlarla sık bir şekilde dalga geçen çok keyifli bir çalışma.

Filmdeki tüm absürt görünen sahneler çok temel bir veriden kaynaklanıyor; rahibin sınırsız inancı veya sınırsız bir inanca sahip olduğuna kendisini inandırması. Gerçekleri çarpıtması ve hatta yalan söylemesi gerçeklerden dolayı kapıldığı dehşetten veya çektiği acıdan dolayı seçtiği bir yol da olabilir, etrafını gerçekten o şekilde algılamasından da. Sonuçta günümüz dünyasının masumiyetin izinin kalmadığı ortamında bir İsa karakteri bu rahip. Dövüldüğü sahnede kilisenin içinde İsa’yı çarmıha gerilmiş olarak gösteren tüm eserlerdeki gibi uzanarak yatması, bir yanağına tokat atıldığında diğerini çevirmesi (veya en azından tepki vermemesi), etrafında olan biten tüm kötülükleri, şanssızlıkları şeytanın işleri olarak görmesi ve oyuncunun fiziksel benzerliği rahibin İsa rolünde olduğunun açık göstergeleri. Bu modern ama bir yandan da dengesini yitirmiş ve şaşkın rahip filmdeki en eğlenceli sahnelerin de odağı oluyor. Örneğin hamile kadının rahip ile konuşması, elma ağacı ile ilgili hemen tüm sahneler ve başlangıçta ve finaldeki yeni suçluları karşılama sahnesi. Bee Gees grubunun “How Deep is Your Love” şarkısının maalesef Take That yorumu ile sık sık çaldığı filmde, şarkının sözleri (en derin karanlıktaki ışığım, düştüğümde beni kurtaran kişi ve özellikle sevginin ne kadar derin olduğunun sorgulanması vs.) rahibin inancı üzerinden düşünülünce senaryoya çok uygun olduğu ve araba içinde çalındığı tüm anların katıksız bir komedi atmosferi yarattığını söylemek gerek.

Karakterlerin ve özellikle Pakistanlı karakterinin Kuzey Avrupa toplumlarında İslama olan tedirgin bakış düşünüldüğünde politik doğrucu bir tavır takınmaktan uzak olduğu söylenebilir ama açıkçası bu da bir haksızlık olur çünkü film herhangi bir dinden bağımsız tüm inançlar ile inancın günümüz toplumundaki yeri ve hristiyanlık referansı ile bakarsak insanların bir çobanı bekleyen masum kuzular olmaktan çoktan uzaklaştığı bir havanın üzerinden dalgasını geçiyor. Elbette sadece inanç değil alaya alınan; doktor karakteri üzerinden bilim de sık sık payını alıyor bu tavırdan.

Görselliği de eğlenceli biçimde kullanarak ilgiyi ayakta tutmayı başarıyor film. Kurtlanan elmalar, tipik bir gerilim yaratma klişesi olan fırtına ve çarpan kapılar ve yere düşen kitabın hep aynı sayfasının açılması gibi sahneler yönetmenin eğlendirmeyi bildiğinin açık kanıtları. Tüm kadro kendi tiplemelerinin altından başarı ile kalkıyor bu filmde. Bu da ciddi bir başarı aslında çünkü zaman zaman karikatüre dönüşen bir rolü oyuncunun kendisinin bir karikatüre dönüşmeden canlandırması oldukça zor olsa gerek.

Bizden nefret edenin şeytan değil belki de Tanrı olduğunu düşünmekten kaçınmanın ve bunun için sınırsız Tanrı sevgisine inanç duymanın yarattığı absürt dünyanın bu keyifli betimlemesi oldukça hoş bir film. Belki zaman zaman karikatürlük/absürtlük fazla gelebilir ama tüm karakterleri fazla derin analizlere girmese de yeterince iyi bir şekilde ele alan, etraftaki kötülüklerin yaratıcılarından biri olmak yerine o kötülüklere gözünü abartılı bir saflıkla kapamayı tercih eden karakterleri ile belki de yapacak başka bir şey olmadığını söyleyen sevimli bir kara mizah örneği.

(“Adam’s Apples” – “Adem’in Elmaları”)