Secret Window – David Koepp (2004)

“Biliyorsun, önemli olan tek şey sonudur. Sonu hikayenin en önemli kısmıdır. Ve bu son çok iyi. Bu son mükemmel”

Karısı ile boşanmak üzere olan bir yazarın onu kendi hikâyesini çalmakla suçlayan bir adamla mücadelesinin hikâyesi.

Stephen King’in bir hikâyesinden daha çok senaristliği ile tanınan ve aralarında “Spider Man” ve “Angels and Demons” gibi çalışmaların da bulunduğu pek çok ana akım sinema filmine katkıda bulunan David Koepp’in yönettiği bir film. Bir Stephen King romanının/hikâyesinin garanti ettiği ama çoğunlukla pek de üzerine çıkmadığı asgari bir gerilim düzeyi vardır. Bu film de bu düzeye ulaşmaya çalışan ama başta oyunculuk seçimi olmak üzere kimi tercihleri ile bunda pek de başarılı olamayan bir çalışma.

Öncelikle Johnny Depp: Başta Tim Burton’ın filmlerindekiler olmak üzere farklı ve ayrıksı rolleri ile tanınan oyuncu bu filmdeki oyunu ile –yönetmenin tercihi mi bilinmez ama- sanki “Pirates of the Caribbean” serisindeki “Jack Sparrow” karakterinden “Sweeney Todd” filminin aynı isimli karakterine uzanan bir yelpazede kariyerinin özetini sunuyor. Başta vücut dili ve mimikleri olmak üzere bu filme hiç uymayan oyunu filmin gerilim tonuna gereksiz zarar veren ve özellikle “kara mizah” kategorisine girmediği için bu daha da böyle olan mizah ile birleşince ortaya filmi olumsuz yönde ciddi olarak etkileyen bir resim çıkıyor. Oysa –sondaki sürprizi epey öncelerden seziliyor olsa da- filme küçük bir gerilim örneği ile yaklaşmak ve mizahı dışarıda tutmak çok daha doğru bir tercih olurmuş. Bu hali ile karşımızda sanki Jack Sparrow günümüz dünyasına düşünce yazarlığı seçmiş gibi bir karakter ve onun filme de damgasını vuran kişisel özellikleri var. Bu benzetmeye tersten yaklaşıp hikâyenin bu hali ile Jack Sparrow karakterinin doğuşunu anlattığını söylemek bile mümkün sanırım.

Yazarımızı taciz eden adam rolündeki John Torturro ve yazarın eski eşini oynayan Maria Bello’nun oyunları ile öne çıktığı film hikâyesindeki kimi gereksiz görünen uzatmalar ve mantıksızlıklarla da dikkat çekiyor ama yine de Hollywood’un profesyonel eli filmi seyredilebilir kılmayı başarıyor. Johnny Depp’in oyunu bile filmden bağımsız düşünülürse –ve aslında sadece o zaman- kendi başına filme çekicilik katıyor. Philip Glass imzalı başarılı müzik de filmin bir başka artısı. Bir Stephen King hikâyesindan hoşlananların muhtemelen seveceği ve fazla üst düzeylere çıkaramasa da gerilim hissini yaratabilen bir film. Çok şey beklenmezse tat alınabilecek filmlerden.

(“Gizli Pencere”)