È Tornato Sabata… Hai Chiuso un’altra Volta! – Gianfranco Parolini (1971)

“Verginin hırsızlığın yasal olanı olduğunu söylüyormuşsun”

Texas’ta bir kasabanın halkını yapacağını iddia ettiği projeler için aldığı yüksek vergiler ile soyan bir adama karşı mücadele eden bir silahşörün hikâyesi.

Sabata serisinin bu üçüncü ve son filmi ilk ikisinin her anlamda izinden giden ama gerek tekrarlanan temaların ilginçliğini kaybetmeye başlaması gerekse senaryosunun diğerlerinin gerisinde kalması nedeni ile spagetti western türünün başarılı örnekleri arasına giremeyen bir çalışma olmuş.

Filmin öncekilerden en temel farkı Sabata’nın “cool” tavırlarını bu kez bir kenara koymuş gibi görünmesi ve hatta hikâye boyunca açıkça ima edildiği gibi kadınlara gösterdiği yakınlık. Bunun dışında hikâye yine bildik temalar etrafında dönüyor, yine zengin ve güçlü kötüler var, Sabata’nın vücudunun her yeri ile ve her türlü alet edevat ile ateş edebilme yeteneği yerli yerinde duruyor, yine kumarda, savaşta ve bu kez ek olarak aşkta da girdiği her mücadeleyi kazanan Sabata karşımızda ve hatta ilk iki filmde olduğu gibi bir adet şişman ve bu kez iki adet akrobatik becerileri olan yardımcısı da eksik değil. İlk fiki filmde ticari olarak başarı sağlayan formülün hiç çekinmeden aynen kullanılması elbette bunu daha önce görmüştüm duygusu yaratıyor ve bu da filme artı bir puan sağlamıyor kuşkusuz. Sabata’nın daha filmin başında bir kadına göz kırpması ile kendini gösteren karakter değişikliği Lee Van Cleef’in aynı tutarlı mimikleri ile canlandırdğı karakterin ilk iki filmin aksine bu kez hayli çenesi düşük olması ile de kendini gösteriyor. Hikâyenin elbette bir de sosyal ve “sol” duruşu da var; vergi ödemeye karşı kahramanın ağzından çıkan onca söz spagetti westernlerin olmazsa olmazlarından birinin karşılığı ve kapitalizme ve zenginlere karşı duruşun gereği olarak hikâyede yerlerini almışlar. Kasabanın yöneticisinin övünme konusu olan inşaat faaliyetleri günümüz Türkiye’sinde her boş alana bir inşaat dikme, olmazsa önce alanı boşaltıp sonra o inşaatı dikmeye odaklı ve insanı değil kalkınmayı önemseyen yönetim anlayışının hiç değişmediğini de gösteriyor.

Görkemli bir müzik bu tür filmlerden beklenen bir öğedir ama film bu konuda da geride kalıyor ve hayli stilize bir açılış sahnesi ile başlayan filmin bu sahnesinden sonra görüntüye gelen açılış jeneriğine eşlik eden müzik onca patırtısına rağmen hayli zayıf duruyor. Özetle serinin en zayıf filmi karşımızdaki ama özellikle ilk ikisini görmeyenler ve spagetti westernin düşkünleri için çekici olabilir yine de.

(“Return of Sabata” – “Sabata Dönüyor”)

Indio Black, Sai Che Ti Dico: Sei un Gran Figlio di… – Gianfranco Parolini (1971)

“Sabata onları yerde sever”

Meksika’nın bağımsızlık savaşı sırasında Avusturyalı yöneticilerin elindeki altını çalmaya çalışan Meksikalı devrimcilere yardım eden bir silahşörün hikayesi.

Sabata üçlemesinin ikinci filmi. Yönetmen Gianfranco Parolini başta Sabata karakterinden bağımsız olarak düşündüğü filmi ilk Sabata filminin gördüğü ilgi üzerine silahşörün adını değiştirerek Sabata filmi yapıvermiş ama bu spagetti westernin hikâyesi hemen tüm yapı taşları ile ilkinin izinden gidiyor ve Lee Van Cleef’in yerini burada Yul Brynner almış olsa da kesinlikle yadırgamıyorsunuz bu durumu.

Gösterişli bir müzik, kameranın sık sık başvurduğu zumlar, özellikle kötü adamların yakın plan çekilmiş ve abartılmış mimikleri, sosyal ve politik bir duyarlılık (zalim yöneticilere karşı ezilenlerin yanında duran silahşör) vs. Bütün bunlara ilk filmde de oynayan Ignazio Spalla’nın karakterini ve ilk filmdeki “sokak kedisinin” yerini alan ama aynen onun kadar akrobasi düşkünü ve becerikli “Gitano” karakterini ekleyin. Formül ilk film ile birebir aynı oluyor ve tıpkı ilk filmde olduğu gibi Sabata karakterimiz yine “aseksüel” duruşu ile birlikte etrafta öldürmedik kötü adam bırakmıyor. Açılış sahnesinde bir rahibin ağzından duyulan “dünyada çok fazla kötülük var” cümleleri ile başlayan bir film için fazlası ile kan dökülüyor açıkçası film boyunca. İlk Sabata filminde ağırlıklı olarak sermayeyi temsil eden kötüler ile savaşan kahramanımızın bu filmde zalim bir dikta ile mücadele ettiğini ve yine türlü alet edevat ile Bond benzeri bir profil çizdiğini de ekleyelim.

Kadınların yine ortalıkta pek görünmediği film sinemasal nitelikleri açısından ilk filmin gerisinde kalıyor açıkçası ve pek çok sahnesi ile adeta hâlâ ilk filmi seyretmeye devam ettiğiniz izlenimini yaratacak şekilde tekrar havası veriyor. Yine de baştaki samanlıkta geçen sahne gibi başarılı veya Avusturyalı albayın tutsakları hedef olarak kullanarak yaptığı atış talimi gibi eğlenceli(!) anları da barındıran bir film karşımızdaki. “Devrimin kaderini bir maceracının” eline bırakmak gibi üzerine epey fikir yürütülebilecek kimi cümleleri, Schubert çalan bir Sabata karakteri, Brynner’in Lee Van Cleef’i aratmayan performansı, eğlenceli çatışma sahneleri ile film zaman zaman monotonlaşan bir ritme sahip olsa da türünün meraklılarının göz atabileceği bir çalışma özetle.

(“Adios Sabata” – “Elveda Sabata”)

Ehi Amico… c’è Sabata, Hai Chiuso! – Gianfranco Parolini (1969)

“Yakında burası Meksika’dan da sıcak olacak”

Arsa spekülasyonunda kullanmak için orduya ait parayı çalanlara karşı mücadele eden bir silahşörün hikâyesi.

İtalyan spagetti westernlerinin en çok bilinenlerinden biri. Gianfranco Parolini’nin (pek çok spagetti western filminde olduğu gibi bir Amerikalı takma adını, Frank Kramer’i kullanarak) çektiği film türün pek çok özelliğine nerede ise harfiyen uyan ve bu anlamda kalıpların dışına pek çıkmayan ve özellikle türün meraklılarınca keyifle seyredilebilecek bir çalışma. Aynı kahramanı anlatan ikinci ve üçüncüsü de çekilen film bugün bir üçlemenin ilk filmi olarak bilinse de aslında başta yapımcıların böyle bir düşüncesi yokmuş. Öyle ki bu filmde ve üçüncüsünde Lee Van Cleef’in üstlendiği rolü ikincisinde Yul Brynner canlandırırken ikinci filmdeki kahramanın adının ilk filmin gördüğü ilgi üzerine Sabata olarak değiştirildiğini düşünürsek, ilk filmin oluşturduğu ilgiyi gişeye yansıtmak isteyen yapımcıların yaklaşımı çok daha iyi anlaşılabilir. Bu ilk Sabata filminin sonraki iki filmden hem seyirci ilgisi açısından hem de sinemasal özellikleri bakımından daha fazla öne çıktığını da söyleyelim.

Tek kişilik ordu ifadesini rahatça hak eden Sabata film boyunca aralıksız savaşıyor ve elbette yüzlerce de ölü bırakıyor ardında. Çizgi roman estetiğine sık sık yaslanan filmde Sabata zaman zaman James Bond’u hatırlatırcasına her alet ile ve vücudunun her yerinden ateş ediyor dersek abartmış olmayız sanırım. Film boyunca banjo ile ateş etmekten fırlatılan bozuk para ile mekanizması çalıştırılan silahlara kadar gösterişli pek çok sahne geliyor karşımıza. Ritme eşlik eden yürüyen ayaklar, Sabata’nın çerçeve ve ayna ile yaptığı numaralar gibi türün olmazsa olmazları hikâye boyunca birbiri ardına sıralanıyor. Senaryo Sabata da dahil olmak üzere tüm karakterlerine karakterden çok tip olarak yaklaşıyor ve bundan da hiç gocunmuyor açıkçası ama ama örneğin Sabata’nın peşine düşürülen kiralık katillerden birinin “cadı” annesi gibi senaryoya hiçbir katkısı olmayan tiplemelerin filmde ne aradığını sorgulamamak da mümkün değil. Tüm bunlar bir yana hikâye hemen tüm spagetti westernlerde olduğu gibi elbette sosyal ve hatta ideolojik bir duruş da taşıyor.

Türün yaratıcılarının çoğu gibi bu filmin senaristleri de bu ideolojik duruşu hikâyeye taşımışlar ve üstelik bunu da hayli açık şekilde yapmışlar. Filmin kötü adamlarından biri köleliğin savunucusu Amerikalı Thomas Dew’ün eşitsizliğin toplumun temeli ve doğal olduğunu savunan kitabını okurken görüntüye geliyor örneğin. Zengin ve güçlü olanlarının istisnasız tümünün kötü karakterleri oluşturduğu filmde senaryo sermayenin, adaletin ve (sahte bir din adamı üzerinden de olsa) dinin kötülerin elinde olduğunu vurguluyor sürekli olarak. Hikâyenin odak noktası olan paranın yakında tren yolunun geçeceği bir arazinin satın alınması için kullanılacak olması tüm bu iktidar sahiplerinin ortak çıkarları için nasıl da halkın karşısında birleşebileceğini gösteriyor ve gerçek dünyamızda elbette ve maalesef olanaksız olanı, Sabata gibi bir bireyin kurtarıcılığını sergiliyor. Bu sessiz, yalnız ve becerikli silahşörün sıkça kullanılan zumlar ve bir spagetti westernin olmazsa olmazı gösterişli bir müzik eşliğinde anlatılan hikâyesi şüphesiz tam bir erkek filmi ve senaryodaki nerede ise tek kadın karakter ikinci bile değil üçüncü planda nerede ise ve zaten o da filmin kötü adamı tarafından ihanete uğruyor. Sabata’nın gerek bu filmde gerekse ikinci filmdeki yalnızlığına ve etrafındaki “sırnaşan” kadınlara rağmen tüm romantizmden uzak duruşuna da dikkat etmek gerek.

Filmin orijinal adı Türkçede kabaca “Hey dostum… işte bu Sabata ve senin işin bitti” anlamına geliyor ve hikâye tam da bunu anlatıyor. Sabata ile tanışan bir kötünün bırakın kötülüklerine devam etmesi hayatta kalması bile pek mümkün değil. İşte tam da bu nedenle ve filmin “politik” duruşunu da düşününce günümüz için de bir Sabata dilemekten başka çıkar yol görünmüyor bu zavallı hayatlarımızdan kurtuluş için.

(“Sabata” – “Sabata Vadiler Hâkimi”)