“Artık olay kazanmak veya kaybetmek değil, adalet; öyle değil mi?”
Genç ve hırslı bir savcının kendisini aldatan karısını öldürmeye teşebbüs etmekle suçlanan zeki bir adamın manipülasyonları ile mücadelesinin hikâyesi.
Daniel Pyne’ın orijinal hikâyesinden yola çıkan senaryosunu Pyne ve Glenn Gers’in yazdığı, yönetmenliğini Gregory Hoblit’in üstlendiği bir ABD ve Almanya ortak yapımı. Genellikle televizyon için çalışan ve bugüne dek 6 sinema filminin yönetmenliğini üstlenen Hoblit’in bu beşinci sinema çalışması zekî ve hırslı bir genç savcı ile zekî, zengin ve yaşlı bir adamı karşı karşıya getiren bir suç filmi. Hollywood usulü bir ustalıkla anlatılan hikâye yine Hollywood usulü biçim ve içerik klişeleri ile örülü ama başrolleri paylaşan Anthony Hopkins ve Ryan Gosling’in hikâyedeki karşılaşmalarını çağrıştıran bir güç gösterisine -her ne kadar amaçlanan bir epik boyuta ulaşamasa da- girişircesine sergiledikleri performanslarının da katkısı ile bu klişeleri dert etmeyenleri kesinlikle memnun edecek bir çalışma. İnandırıcılık problemleri barındırsa da gizemini seyirci için de uzun süre korumayı başaran hikâyesi de çekici yanlarından biri filmin.
Gerilim vaat eden ve Jeff Danna ile Mychael Danna’nın imzalarını taşıyan müziğin eşlik ettiği hikâye bir polisiye ve “mahkeme salonu” filmi olma arasında gidip gelen, herhalde bir cinsel çekiciliğin kaynağı olsun diye eklenmiş görünen zorlama bir yan hikâyesi ile ise zarar gören bir çalışma bu. İhanet eden bir kadın, kadının gizlilik koşulu nedeni ile soyadını bilmese de ona tutku ile bağlanan ve bir polis olan aşığı, kadının zengin, şeytanî bir zekâsı olan ve öfkeli kocası ve kamudaki savcılık görevinden istifa ederek büyük bir özel hukuk şirketinde avukat olarak işe başlamak üzere olan genç bir savcı. Aldatılan kocanın “Bilmek acı verir ama acıyı ifade etmenin bana keyif verdiğini inkâr edemeyeceğim” sözlerinin de kanıtı olduğu gibi acısının bedelini ödetirken keyif alması üzerine kurduğu planın tıkır tıkır işlemesini ve aynı adamın itirafı da elinde olduğu için davaya sıradan ve çabuk bitecek bir iş gözü ile bakan savcının mücadelesi hikâyenin temel gerilimini oluştururken, silahın nerede olduğu ile ilgili sır seyircinin ilgisinin hikâyenin sonuna kadar ayakta kalmasını sağlıyor.
Ryan Gosling ile Anthony Hopkins’in güçlü performansları ile ek bir çekicilik kazanan çatışma zaman zaman yine Hopkins’in başrolünde oynadığı “The Silence of the Lambs – Kuzuların Sessizliği”ni (Jonathan Demme – 1991) çağrıştırıyor. Orada Hopkins olayın çözülmesine yardım ederken burada tam zıt bir yönde davranıyor ama ilkinde travmaları ve kendisi ile yüzleştirirken suçu çözmeye çalışanı, burada karakterinin bir anlamda kendini daha iyi tanımasını sağlıyor ve bu bağlamda onun hikâyenin başındaki planlarından vazgeçmesinin de nedeni oluyor bir bakıma. Amerikan sinemasında bolca gördüğümüz üzere avukatlar ve hukuk firmaları yine şeytanî bir konuma yerleştiriliyor burada ve bu açıdan savcının değişimi -hatta dönüşümü- olması gerekenin gerçekleşmesi olarak gösteriliyor seyirciye bir bakıma. Herkesin bir kusuru olduğunu söyleyen ve savcıya da “Seninki de davalarını hep kazanıyor olman” diyen katil gibi karakterlerin karşısına kamu görevi yapan savcının işinin “kutsal”lığını koyan hikâye bu açıdan doğru bir iş yapıyor belki ama eleştirdiği hukuk firmalarının doğasının Amerikan sistemin doğasının tam da kendisi olduğu ile ilgilenmiyor elbette.
Hoblit’in genel olarak yerinde bir tempo ile anlattığı hikâyede sinema dili açısından özel bir çekicilik yok; Hoblit alışılanın dışına çıkmıyor ve hatta CSI ve türevi dizilerde bolca tanığı olduğumuz türden yapay görsel güzellikler de yaratmaktan uzak duramıyor ne yazık ki. Örneğin en az üç kez görkemli renkleri olan bir gökyüzü görüntüsünü (gün doğumu, gün batımı vs.) getiriyor önümüze. Hikâye içinde hiçbir yeri olmayan, oldukça yapay efektlerle yaratılmış görünen (öyle olmasa da öyle görünen) bu kartpostal manzarasına neden ihtiyaç duymuş Hoblit, anlamak mümkün değil. Filmin bir başka kusuru da Rosamund Pike’ın canlandırdığı hukuk firması yöneticisi karakteri. Bu başarılı oyuncuyu böylesine zorlama yaratılmış ve filmin “mesaj”larını ve hikâyenin kimi önemli gelişmelerini anlamlı kılabilmek için kullanılmış bir karaktere hayat vermek zorunda bırakmak haksızlık gerçekten. Kadının savcıyı görür görmez adeta orgazm olmuş gibi bakmaya başlaması ve bu bakışı hep sürdürmesi hikâyeye seksî bir cinsellik katma çabasının sonucu, yine onun çok kısa bir süredir tanıdığı savcıyı ailesinin şükran günü yemeğine davet etmesi ve savcının da bu daveti kabul etmesi ise sonra karşılacağımız bir gelişmeye olanak yaratmak için zorlanmanın sonucu sadece. Katilin planının inandırıcılık problemleri (kadını vurduktan sonra eve o polisin geleceğinden bu kadar emin olabilmesi örneğin) ve bir telefon karışıklığının pek de gerçekçi olmayan bir şekilde çağrışım yaratmasının da aralarında olduğu problemleri de var senaryonun. Bu kusurlarına rağmen bir parça tanıdık da gelen hikâyenin akıcılığının sağlanabilmesi ve gerilimini sürekli kılması ise filmin lehine işliyor kesinlikle.
(“Cinayet Gecesi”)