Super 8 – J.J. Abrams (2011)

“Sen beni dinle! Bu kasabada korkudan aklını kaçırmış ve ilgilenmem gereken 12,000 kişi var. Güvenecekleri tek bir kişi var. Başkasıydı o kişi önceden, ama şimdi ben varım sadece”

Kendi “süper 8” formatlı filmlerini çekerken bir tren kazasına ve ardından kasabalarındaki tuhaf olaylara tanık olan çocukların hikâyesi.

Yönetmen ve senarist olarak J.J. Abrams ve yapımcılardan biri olarak da Steven Spielberg’in adını künyesinde gördüğünüz bir filmden ne bekliyorsanız (olumlu veya olumsuz anlamda), onu fazlası ile bulacağınız bir film. Spielberg’in sık sık ziyaret ettiği setinde Abrams ile hayli eğlendiklerini söylendiği filmin ikiliyi neden bu kadar eğlendirdiğini anlamak çok kolay filmi seyredince. Biraz “Lost”, biraz “E.T.”, biraz “X Files”, bolca “çocukların masum dünyası” ve yine bolca “kutsal aile özlemi”… Bunların üzerine görkemli tren kazası sahnesi başta olmak üzere bolca efekt de ekleyince, ortaya işte bu Spielberg’in çekmediği Spielberg filmi çıkıyor. Türünün meraklılarının elbette çok keyif alacağı, heyecan duygusunu canlı tutmayı başaran bu film, diğer pek çok “Spielberg filmi” gibi: Büyükler için çekilmiş bir çocuk filmi.

Dört ay önce bir iş kazasında annesini kaybeden, babası hâlâ bu trajik olayın neden olduğu depresyon ile yaşayan bir çocuk ve arkadaşlarının bir yarışmaya katılmak üzere süper 8 formatında bir zombi filmi çekerken tanık oldukları tuhaf olayları anlatıyor hikâyemiz. Filmci olan karakterlerinden yola çıkıp bu çocukların Spielberg ve avanesinin çocukluklarını temsil ettiğini söylemek gerekiyor belki de. Özellikle “production value” (hikâyede kullanıldığı anlamı ile söylersek, filmin piyasa değeri veya bu değeri parlatan unsurlar) ifadesini ağzından düşürmeyen “yönetmen” çocuğun ileride Spielberg’e dönüşecek bir kişi olduğu açık. Kapanış jeneriğinde bu zombi filmi tüm naifliği ve bundan kaynaklanan eğlenceli hali ile bize de gösteriliyor. Asıl filmimiz ise aynı naiflikte ama bu nafiliği bolca parlatan büyük bir bütçe ve görkemli sahneleri ile eğlenceli olmanın masumiyetini taşımaktan çok, üzerimize bolca Hollywood klişesi boca eden bir içeriğe sahip ne yazık ki (ya da kimileri için, iyi ki!). Tren kazası sahnesi (bilgisayar efektlerini çok da gizleyemeden) tüm görkemi ile gerçek hayatta mümkün olandan çok daha uzun sürüyor ve “Lost” dizisinin açılışındaki uçak kazası kadar “büyük” görünüyor. Hikâyenin basitliğini örtme çabası mı bu bilmiyorum ama heyecan peşindeki ve basit bir hikâyeden daha fazlasını zaten talep etmeyen seyirci için böyle bir işlevi “başarı” ile yerine getirdiği açık bu tür seçimlerin.

1979 yazında, walkman’in yeni yeni hayatımıza girdiği zamanlarda geçen hikâyedeki çocuklardan ikisinin aileleri ile sorunlu ilişkileri (elbette finalde nereye gideceğini tahmin edebileceğiniz bir ilişki bu, sonuçta bir “Spielberg” filmindeyiz) filmin yaratıcılarına aile güzellemesi için malzeme sağlarken, anne hayatta olmadığı için kutsallığı zedelenen aile, daha önce babalık yapmasına pek gerek olmayan bir adamın şimdi babalığı öğrenmesi ve kasabanın başına gelenlerin “öteki” olana sevgi ve anlayış ile yaklaşılmamasından kaynaklanması vb. unsurlar da filmin klişelerden yararlandığı (üstelik bunları yenilemek gibi bir derdi olmadan) kimi sahnelerin kaynakları olarak dikkat çekiyorlar. J.J.Abrams’ın hikâyesi kimi anlarında kendi içindeki mantığa da aykırı düşen zorlamalara da sahip olması (koca arabaları bile mıknatıs etkisi ile kendisine doğru çeken bir gücün çocuğun cebindeki kolyeyi en sona saklaması gibi komiklikleri atlamamalı) ile dikkat çekiyor ama meraklısını bunun da rahatsız edeceğini sanmıyorum.

İyi çekilmiş, iyi oynanmış, bütçesinin hakkı verilmiş bu film hikâyesinin en güçlü olduğu anlarda bile “X-Files” dizisinin herhangi bir bölümünü aşamıyor içeriği açısından. Üstelik orada iki baş karakterin zıtlıklarının ve “kavuşamamaları”nın yarattığı ciddi bir çekicilik de vardı. Bundan da yoksun olan filmimiz tüm “production value” özelliği ile sinemada biraz heyecan, biraz da masumiyet ve sevginin zaferini arayanların hoşuna gidecektir kesinlikle. Aileler için çekilmiş bir bilim kurgu olarak da sınıflayabileceğimiz filmdeki genç oyuncuların başarısının ve özellikle Joel Courtney ve Elle Fanning’in üst düzey performanslarının dikkat çektiğini söyleyelim, son bir not olarak.