Eden Lake – James Watkins (2008)

“Kanı takip et!”

Romantik bir hafta sonu için göl kıyısına giden bir çiftin kendilerini rahatsız eden gençlere tepki vermesi ile gelişen olayların hikâyesi.

Şehirliler doğaya gider ve “ait olmadıkları” bu ortamda başlarına gelmeyen kalmaz: John Boorman’ın “Deliverance” adlı 1972 tarihli başyapıtının benzer konulu tüm filmlerin önüne geçtiği ve diğerlerine söyleyecek başka söz bırakmadığı bir tema. Boorman’ın filminde bölgenin yerli halkına tepeden bakan şehirliler filmde derslerini alırlar. Bu film ise karakterlerimizin yerliler ile farklılığı üzerine böyle bir analize girişme derdinde değil. Kısa bir an dışında, çocuğunu döven yerli kadına şaşkınlıkla bakan şehirli kadın sahnesi, film bu tür bir endişe taşımadan yerli gençlerden oluşan çetenin tacizine uğrayan çiftin başına gelen dehşetli olayların ve kaçıp kovalamacaların yarattığı gerilime odaklanıyor ve kimi zorlama yönlerine karşın toplamda kendisini ilgi ile seyrettiren, profesyonel bir dil ile anlatılmış ve iyi oynanmış bir çalışma olmayı başarıyor.

Bir hikâye bu filmde olduğu gibi mutluluk görüntüleri ile başlıyorsa bu mutlu ve aşık karakterlerin başına bir şeyler geleceği açık. Anlaşılan hikâye ilerledikçe yaşanacak korkunç olayların etkisini artırmak için benimsenen klişeyi bu filmimiz de çekinmeden kullanıyor. İlk gerilim anından itibaren film dozunu gittikçe yükselttiği gerilime işkence ve cinayetleri, amansız takipleri ve sağ kalma çabalarını ekliyor ve tüm bunları heyecan veren bir tempoda ve özellikle Kelly Reilly’nin başarılı oyunu ile hemen hiç aksamadan anlatıyor. Kimi sahneler mide kaldırabilir ama bir şekilde filmin bu sahneleri itici değil etkileyici kılmayı başardığını söylemek gerek. Filmin aslında pek de takılmadan seyredilmesi gereken kimi senaryo kaynaklı aksamaları var ve filme “gerçeğe uygunluk” üzerinden yaklaşanları rahatsız edebilir bu durum. “Bluetooth” sahnesinden kadının kaçmayıp anlamsız hareketler yapmasına kadar pek çok şeye takılınabilir elbette ama sonuçta girişte de belirttiğim klişeden rahatsız olmayanların filmin başarılı anlatımının yanında ikinci plana düşmesi gereken bu “saçmalıklara” takılmasının pek de anlamı ve gereği yok.

Filmin tek önemli açığı ise çiftin karşılaştığı şiddetin anlamsızlığına anlamlı veya değil ama bir açıklama getirmek gibi bir çabasının olmaması. Burada her şeyin açıklanmasını bekleyen ve anlamlılık saplantılı bir yaklaşımdan yola çıkarak söylemiyorum bunu. Eğer film “anlamsız şiddeti” anlatmak derdinde olsaydı, bu eleştirinin de bir anlamı olmazdı ama film hemen sadece anlamsız şiddetin gazabına uğrayanlara odaklanınca ve üzerinde yeterince iyi durulmamış bir şekilde gençlerin aileleri üzerinden imalara girişince bu eleştiri doğruluk payı kazanıyor. İngiltere’de “chav” olarak adlandırılan bu anti-sosyal gençlerin davranış özelliklerinin arkasındakileri anlamak için bu filmden çok daha fazlası gerekiyor kısacası.

Michael Fassbender’in idare ettiği filmin öne çıkan ismi zarifliğini yansıtmayı da ihmal etmeden karakterinin gittikçe artan dehşetini ve hayatta kalma mücadelesini etkileyici bir şekilde yansıtmayı başaran Kelly Reilly. Onun başarılı oyunculuğu, filmin örneğin işkence veya çöp konteyneri sahnelerinde olduğu gibi mide kaldırıcı ama çarpıcı özellikleri ve senaryodaki aksamalara rağmen gerçekçiliği ilgi göstermek için yeterli nedenler. Buradaki rahatsız ediciliğin gittikçe daha fazla saçmalayan bir “Saw” serisinde rastlayacağınız türden bir sömürün uzağına düştüğünü de eklemek gerek.

(“Kan Gölü”)