“Kleopatra’nın Sezar’a gösterdiği kadar bile direniş görmedik”
Amerikan İç Savaşı sırasında Güneylilere ait bir ikmal merkezini yok etmekle görevli bir Kuzeyli birliğin hikâyesi.
“Stagecoach” ve “The Grapes of Wrath” gibi sinema tarihinin tartışılmaz klasiklerinin yönetmeni John Ford’dan fetiş oyuncusu John Wayne ile çektiği bir iç savaş filmi. Gerçek bir olayı anlatan ve Harold Sinclair’in romanından aktarılan film temelde bir kahramanlık hikâyesi ama albay rolündeki John Wayne ve doktor rolündeki William Holden arasındaki çekişmenin üzerinden anlatılan ama pek de üzerine gidilmeyen bir asker/sivil çatışması ve bir kahramanlığı anlatırken karşı tarafın anlaşılır bir şekilde çok da üzerine gitmemeye özen göstermemesi gibi özellikleri ile kimi farklılıkları da taşıyan ama sonuçta becerikli bir yönetmenin elinden çıktığını her hali ile belli eden ve keyifle seyredilebilir bir film.
Marş ritimleri taşıyan ve film boyunca farklı enstrümental yorumları ile sık sık kendini gösteren “I Left My Love” şarkısı ve görkemli süvari görüntüleri ile açılan film doktorun entelektüel ve hümanist kişiliği ile albayın savaşçı kahraman kişiliğinin zıtlığından doğan çatışmayı sık sık karşımıza getiriyor. Senaryo burada taraf tutmuyor ve her ikisinin de katkısını kutsuyor bir şekilde ama taraflardan biri John Wayne olunca onun daha baskın bir yere sahip olması da anlaşılır bir durum oluyor. Kaldı ki filmin temelde bir kahramanlık hikâyesi olduğu da unutulmamalı. Wayne kararlı ve cesur liderliği ile yüzlerce askeri tehlikeli bir görev için bir yerden bir yere götürürken tam da kendisine yakışır bir Amerikan liderliği/girişimciliği örneği sergiliyor. Burada temel çatışma doktorun hipokrat yeminini kastettiği askerlik yemininden önceki yemini. Film bu iki karakteri öne çıkarırken savaştan sonra politikaya atılmanın hesaplarını yapan bir başka askeri eleştiri ve alay konusu yapıyor oldukça naif bir içerik ile olsa da. Düzenin tanımını değişmez bir veri olarak kabul edip onu değiştirmeyi değil küçük problemlerini çözmeyi hedefleyen tipik Amerikan yaklaşımının bir örneği bu. Özetle bu karakter çatışmalarında yönetmen doktorun değil askerin yanında durduğunu sezdiriyor bir şekilde.
Hayli sakil ve zorlama görünen aşk hikâyesinin kahramanı Güneyli kadın karakteri de dahil olmak üzere kadınların ya hiç görünmediği ya da işte bu kadında olduğu gibi çoğunlukla pasif rollerde olduğu film tahmin edilebileceği gibi kadına en elle tutulur anlarını erkeğe aşık olma ve ona dayanma sürecinde yaşatıyor. Öyle ki on dakika önce silahlı çatışmanın ortasında ayakta duran kadın daha sonra duyduğu ilk silah sesinde kendisini Joh Wayne’in kollarına atabiliyor. Senaryonun bir başka aksak yanı da ilk yarısında Kuzeylilerin yanında durmayı ve Güneylileri daha “altta” ve çoğunlukla tuhaf karakterler aracılığı ile göstermeyi seçerken ikinci yarısında bir dengeli yaklaşıma kayması. Sonuçta bir iç savaşın tarafları olan insanlar arasında katı bir taraftarlık göstermemek anlaşılır bir durum ama yine de bu seçim kimi zorlama sahnelere neden oluyor filmde. Bir ara görünüp daha sonra kendilerinden hiç bahsedilmeyen Güneyli çocuk askerlere de sanki sadece poposuna şaplak vurulan çocuk sahnesini çekebilmek için filmde yer verilmiş gibi görünüyor. Bu trajik öğenin filmin en komik anlarından birine vesile olması da eleştiri konusu olması gereken bir durum.
Film, evet tam anlamı bir erkek filmi. Güneyli kadının John Wayne’e aşık oluncaya kadarki abartılı ve tuhaf karakteri, onun ancak bir erkeğe aşık olarak yola gelmesi, huysuzluğunun uyumlu ve itaatkâr bir profile dönüşmesi ve tüm bunların çok iyi bir özeti olan askerlerin kadınının ıslanan iç çamaşırlarını kurutma sahnesi filmin erkekler için ve erkekler tarafından çekildiğini söylüyor sürekli olarak. Güneyli kadının Kuzeyli komutanlara günümüz sinemasında örneğin bir Farrelly Kardeşler filminde görülebilecek türden bir sahnede but mu göğüs mü tercih ettiklerini sorması ve o andaki kamera açısı hem 1959’a göre oldukça cüretkâr hem de filmin “erkekliğinin” bir başka örneği oluyor.
Wayne’in hep aynı olan oyununu sergilediği, Holden’ın ise idare ettiği film John Ford sinemasının en başarılı örneklerinden değil belki ama rayların sökülmesi gibi kimi çok etkileyici sahneleri, hikâye anlatmayı bilen bir yönetmenin elinden çıkmışlığını her an hissettiren mizanseni ve klasik sinemanın günümüzde zaman zaman mumla aranan bazı özelliklerini başarı ile kullandığı için görülmesi gerekli bir film; elbette bırakın politik doğrucu bir yaklaşımı, politik ve sosyal açıdan tutarlı ve doğru bir yaklaşımı da unutarak.
(“Kahraman Süvariler”)