“Bir adam yaptığı kötülüğe göre yargılanır, iyiliğe göre değil”
Yaşlı bir kadının ölümünden sonra tuhaf şeyler yaşanmaya başlanan ve haritalardan kaybolan bir köyde yaşayanların, kim olduğunu bilmedikleri bir düşmana karşı verdikleri mücadelenin hikâyesi.
Juliano Dornelles ve Kleber Mendonça Filho’nun senaryosunu birlikte yazdıkları ve yönettikleri bir Brezilya – Fransa ortak yapımı. Aralarında Cannes’da kazanılan Jüri Özel Ödülü’nün de bulunduğu pek çok ödülün sahibi olan ve eleştirmenlerden büyük beğeni toplayan yapıt neo-western havasında, bol aksiyonlu ama bu aksiyonun arkasında alegorik hikâyesi ile çok önemli konulara değinen bir çalışma. Brezilya’da seyirciden önemli bir ilgi gören film 2019’da faşist Jair Bolsonaro’nun devlet başkanı olduğu ülkenin güncel durumu hakkında söylediği güçlü sözleri, kuşatma altındaki bir “ulus”un dayanışma ve direnme hakkını (ve zorunluluğunu) gündeme getirmesi ve -dozu kesinlikle fazla sert olan- şiddet sahneleri ile dolu başarılı aksiyonu ile ilgiyi hak ediyor.
TDK’ye göre, Fransızca kökenli bir sözcük olan alegori “Bir görüntü, bir yaşantı veya bir davranışın daha iyi kavranmasını sağlamak için göz önünde canlandırıp dile getirme, yerine koyma” ve “Bir sanat eserindeki ögelerin gerçek hayattan bir şeyleri temsil etmesi durumu” anlamlarına geliyor. Filho ve Dornelles’in ortak hikâyeleri bu sözcüğün anlamlarının bire bir karşılığını veren bir içeriğe sahip ve bir neo-western havasında anlatılan bu hikâye kendileri için büyük bir tehdit oluşturan ve amaçlarını bilmedikleri düşmana karşı savaşan bir köyü, onu bugünkü Brezilya’nın yerine geçirerek anlatıyor meselesini. Köye seçim propagandası için gelen belediye başkanının finale doğru ortaya çıkan iş birliği ve ihaneti de ülkenin yönetimine ve politik sistemine açık bir gönderme olarak, öyküdeki karakterlerin de senaryo gibi alegorik boyutlar taşıdığını gösteriyor. Köy için önemli ve somut sonuçlara dönüşen bir tehlike oluşturanların yabancılar (karakterlerin çoğu Amerikan aksanı ile İngilizce konuşurken, liderleri de Alman kökeni ile faşizmi hatırlatıyor) olması ise hikâyenin emparyalizme göndermesi olarak görülebilir. Amerikalı karakterlerden biri bir sohbet esnasında, kendisinden boşanan eşinden intikam almak için elinde silahı ile kapısına dayandığını ama onu evde bulamayınca bir AVM’yi “ziyaret” ettiğini anlatıyor; onun ve diğerlerinin silah tutkusu ise kuşku götürmeyecek bir şekilde ABD’de Trump, Brezilya’da Bolsonaro taraftarlarının düşünce ve eylemleri ile bu karakterlerinkinin sıkı bir biçimde örtüştüğünü gösteriyor.
Aralarında bir çocuğun da olduğu yirmi sekiz kişi katlediliyor hikâye boyunca ve bu cinayetlerin önemli bir kısmı oldukça sert sahnelerle gösteriliyor. Bir tüfekten çıkan kurşunun parçaladığı beyinden gövdeden ayrılan kafalara yönetmenler sertliği göstermekten hiç kaçınmıyor. Bir dereceye kadar anlaşılabilir bir tercih bu; çünkü hikâyenin doğası zaten bu sertliği gerekli kılıyor. Ne var ki görsel olarak sertliğin bu derece öne çıkarılması açıkçası eleştiriye hayli açık. Filmin bu sertliği sömürdüğü ya da en azından onu bir çekim kaynağı olarak kullandığı kesinlikle söylenemez ama yönetmenlerin bu düzeyde bir rahatlıkla hareket etmeleri tartışmalı bir seçim olmuş. Filmin soundtrack’inde yer alan iki şarkının (Bu yıl hayatını kaybeden Gal Costa’nın 1969’da seslendirdiği “Não Identificado” ve Geraldo Vandré’den dinlediğimiz 1966 tarihli “Réquiem Para Matraga”) melodi olarak yumuşaklığı ise, gerçeğin görsel olarak vurgulanan sertliğinin karşısına filmin uzak düşülen bir yumuşaklığı ve sakinliği koyma ve huzurdan uzak olunduğunun altını çizme çabasının sonucu olsa gerek. Bu şarkılardan ilkinin, sözlerindeki “uçan disk” ve “tanımlanamayan obje” ifadeleri ise hikâyede önemli bir yeri olan UFO biçimli drone’a ve köyü kuşatan tehlikenin tanımlanamamasına uyumu ile hayli ilginç ve doğru bir seçim olduğunu da belirtmek gerekiyor.
Filmin bazı görsel unsurlarının üzerinde de durmak gerekiyor: Hikâyeyi rahatlıkla politik bir western olarak niteleyebilmemizi mümkün kılan bu unsurlardan biri pek çok sahnede karşımıza çıkan tabutlar. ABD’deki kadar olmasa da, Bolsonaro yönetiminde süratle silahlanan bir ülke oldu Brezilya. Ülkede faaliyet gösteren Sou da Paz adındaki düşünce kuruluşuna göre, 2018’den 2022’ye (Bolsonaro döneminin başı ve sonu), silah sahibi olan bireylerin sayısı iki katına çıkarak 2 milyona ulaşmış ve aynı dönemde silahlarla ilgili kanunlar oldukça esnetilmiş. Bu silahlanmanın doğal sonucu olarak, işlenen cinayetler ve ihtiyaç duyulan tabutların sayısı da artıyor ülkede ve filmde tabutların sık aralıklarla karşımıza çıkması bu duruma doğrudan bir gönderme oluyor. Bir paradoks olarak niteleyebileceğimiz bir başka durum ise aynı bağlamda ele alınabilecek bir diğer görsel unsur. Bir yandan oldukça kuru toprakları görüyoruz sık sık ama öte yandan aynı sıklıkta yeşil alanlar da çıkıyor karşımıza. Köyün susuzluğunun nedeninin suyun yokluğundan çok, paylaşımı ile ilgili olduğunu gösteren bu görüntülerin politik bir bakışla, halkın ortak kaynaklarının yağmalanmasının sembolü olduğunu düşünmek mümkün. Hikâyenin ülkedeki hayata politik bakışının bir diğer örneği ise gay/travesti karakterlerin varlığı ve onların direnen tarafta olmaları; Bolsonaro’nun faşizan bakışının uzantısı olan homofobik söylemlerini düşünürsek, Dornelles ve Filho’nun bu karakterleri özellikle yarattığı açık.
Kamyonetten boşatılan ve harap durumdaki kitaplar, tabutlar, kullanma tarihi geçmiş gıdalar ve uyuşturup bağımlılık yaratan ağrı kesiciler gibi hediyeler üzerinden politikacıların ikiyüzlülüğünü ve sinsiliğini vurgulayan film adını hikâyenin geçtiği hayalî köyden (Portekizcede “bacurau” sözcüğü çobanaldatan kuşu anlamına geliyor) alıyor. Olayların asıl olarak, bu köydeki yaşlı kadının ölümünden sonra başlamasını herhalde, toplumu bir arada tutan bir sembolün (liderin) yok olması üzerinden okumamız gerekiyor ama mücadelede her ne kadar öne çıkanlar olsa da, hikâye dayanışma ve ortak çabanın altını çiziyor özellikle de ikinci yarısında. Direnen karakterlerin tümünü mutlak bir iyilikle de çizmiyor film ve örneğin önemli karakterlerden birinin internette “en iyi 10 suikast” videoları dolaşan bir tetikçi olduğunu görüyoruz.
Bazı konuları belirsiz bırakılıyor; örneğin ölen iki kişinin ceplerinden çıkan resmî kimliklerin ne anlama geldiği veya daha da önemlisi, köyün başına bela olanların amaçlarının tam olarak ne olduğunu söylemiyor senaryo. Köyün müzesinde gazete kupürlerini gördüğümüz “Bacurau köylülerinin isyanı” da doğrudan bir yere bağlanmıyor ama köylülerin geçmişinde hep bir direniş/isyan olduğunu, daha doğrusu bu tür bir eylemlilik içinde bulunmaları gereken bir düzen içinde yaşadıklarını gösteriyor bize geçmişten gelen bu haber. Uzayda geçen açılış sahnesinde dünya ve etrafındaki uydu görüntüsünü de yoruma açık konular arasına eklemek gerekiyor; bu belirsizlikler temelde bir zarar vermiyor filme, aksine çekiciliğini artıyor.
Amerikalı yönetmen John Carpenter’a hayran olan ve bu hayranlığını köydeki okula onun adının İngilizce karşılığını (“João Carpinteiro”) vererek ve şarkılarından birini (2015 tarihli “Lost Themes” albümünden “Night”) kullanarak gösteren Kleber Mendonça Filho’nun Juliano Dornelles ile birlikte yönettiği filmde ırkçılık da temalardan biri olarak öne çıkıyor. Köyü tehdit eden ve beyazlardan oluşan grup, kendilerine yardımcı olan iki Brezilyalı ile yeterince beyaz olmadıkları için dalga geçiyor örneğin; film köydeki yerli kökenlilerin ve beyazların birlikte mücadele etmesini ise yine Bolsonaro döneminde artan ve Brezilya’nın, geçmişinde olmaması ile hep övündüğü ırkçılığa karşı bir itiraz olarak kullanıyor. Brezilya’ya özgü bir dövüş sanatı olan “Capoeira”nın gösterisini yapan iki köylüyü gördüğümüz sahne de benzer bir anlama sahip. Dans öğeleri de içeren bu sanat üç farklı kültürden beslenerek ortaya çıkmış: Afrika kökenli köleler, Brezilya yerlileri ve Portekiz kökenliler. Yönetmenlerin fadesine göre senaryoda başlangıçta olmayan bu sahneyi settekilerin dansı icrasından sonra eklemişler hikâyeye ve ince bir düşünce ile dans devam ederken duymaya başladığımız ses (yine yönetmenlerin ifadesi ile söylersek, “endüstriyel ses”) aracılığı ile dışarıdan gelen istilayı anlatmışlar.
Daha önce de Kleber Mendonça Filho ile çalışmış olan görüntü yönetmeni Pedro Sotero filmin iki yönetmeni ile birlikte özellikle 1960’ların İtalyan spagetti westernlerinin havasını yaratmış ilginç ve çekici bir şekilde. Bu da oldukça doğru bir seçim olmuş; çünkü İtalyan westernleri de tıpkı burada olduğu gibi bir politik alt metin taşırlardı hep. Brezilya sinemasının yıldız ismi Sonia Braga’nın (Domingas) yanında, Silvero Pereira (Lunga) ve Alman oyuncu Udo Kier’in (Michael) ustalıklı performansları ile öne çıktıkları yapıtta amatör oyuncuları da içine alan başarılı bir takım performansına da şahit oluyoruz.
Yoz poltitikacılar ve Amerikan emperyalizminin işbirliğinin sert bir eleştirisi olan film bu ortaklığın toplumun ortak kaynaklarını “kurutması”nı güçlü bir biçimde anlatıyor. Mateus Alves ve Tomaz Alves Souza’nın ortak imzalarını taşıyan ve yerel motiflerle elektronik müziği bir araya getiren müziklerinin ve Eduardo Serrano’nun filmin stiline önemli bir katkı sağlayan güçlü kurgusunun dikkat çektiği yapıtın hikâyenin günümüzden birkaç yıl sonra geçtiğini belirtmesi de önemli; çünkü Bolsonaro, Trump ve benzeri neo-faşistlerin seçilebildiği bir dünya için distopik bir gelecek olasılığı hiç de düşük değil ne yazık ki.