Dèmoni – Lamberto Bava (1985)

“Maskeyi takan, iblise dönüşecek. Bu musibeti yayacak ve dünyayı enfekte edecek”

Bedava bilet verilerek bir filme davet edilenlerin sinema salonunda yaşadıkları dehşetin hikâyesi.

Senaryosunu Dardano Sacchetti’nin orijinal hikâyesinden Sacchetti, Lamberto Bava, Dario Argento ve Franco Ferrini’nin yazdığı, yönetmenliğini Bava’nın yaptığı bir İtalya yapımı. Dehşetinde sonuna kadar gitmekten çekinmeyen film, yapımcısı olan Argento’nun izinden giden sert ve kanlı sahneleri ve pek çok seyirciye fazla gelebilecek doğrudanlığı ile kesinlikle irkilten bir çalışma. Yüreklere de mideye de dokunabilecek sahneleri olan film 1980’li yıllarda korku türünün -en azından nicelik olarak- öne çıktığı dönemden gelen bir yapıt ve hikâyesi ve oyunculuklarının bu tür filmlerde görülen “ucuz”luğu ve başarılı efektleri ile türün meraklılarının kesinlikle ilgisini çekecektir.

Metroda seyahat eden bir genç kadını göstererek başlıyor film. Claudio Simonetti’nin 1980’lerin synthesizer ağırlıklı müziklerinin tipik örneklerinden biri olan melodilerinin eşlik ettiği sahnede metro vagonunda oturan kız kucağında kapağında Macar besteci Béla Bartók’un 153 farklı piyano eserinden oluşan “Mikrokozmosz”un adı yer alan bir kitap tutmaktadır. Kısa süre sonra öğreneceğimiz gibi genç kadın müzik dersine gitmektedir ve vagondaki punk tipler ve saçlarını farklı renklere boyamış karakterler arasında biraz farklı durmaktadır. Hareket halindeki metronun camında bir an için görünüp kaybolan bir yüz tedirgin eder onu ve bu tedirginliği metrodan indikten sonra istasyon içinde artarak sürer. Takip edilmektedir kadın ve eden de az önce gördüğü ve yüzü metalik bir maske ile yarı kapalı bir adamdır. Gizemli adam kadına ve istasyondaki diğerlerine bedava bir film gösterimi için bilet vererek ortadan kaybolur. Kadın ise istasyonun dışında buluştuğu ve kendisi gibi müzik öğrencisi olan kadın arkadaşını zaten geç kaldıkları dersi boş verip sinemaya gitmeye ikna eder. Rick Springfield, Mötley Crüe, Scorpions, Go West, The Adventures, Billy Idol, Accept ve Saxon’un müziklerinden de bolca yararlanarak tam bir 80’ler filmi olduğunu her anında gösteren çalışma bu açılış sahnesi ile belli bir merak uyandırıyor ve oyunculuktan mizansene “ucuz korku” hikâyelerinden birini anlatacağını da açık açık söylüyor seyirciye.

Almanya’da çekilmiş film ve hikâyenin önemli bir kısmının geçtiği sinema salonu olarak da 1906’da inşa edilen Berlin’deki büyük bir bina kullanılmış. Birkaç kez isim ve fonksyon değiştiren bu ilginç yapı bir konser ve tiyatro salonu olarak tasarlanmış başta ve son olarak 2019’da -filmdeki gibi- adı tekrar Metropol’e çevrilerek konserlerde de kullanılacak bir gece kulübü olarak yeniden faaliyete geçmiş. Bir korku filmi için gotik ögeleri ile çok uygun bir mekân burası ve aralarında Ralf Huettner’in “Der Kalte Finger” adlı 1996 yapımı ve gerilim türündeki filminin de olduğu çeşitli sinema ve televizyon filmlerinde değerlendirilmiş. İşte asıl olarak bu salonda başlayan hikâye yaklaşık ilk yarım saatinde iki ayrı filmi getiriyor karşımıza ve bir tür “film içinde film”e dönüşüyor. Sinemada gösterilmekte olan ve “Mantığın uykusu canavarların doğmasına neden olur” sözü ile açılan filmde ikisi kadın dört genç yıkıntı halindeki büyük bir yapıda mezarlar keşfederler, onlardan birini açarlar ve içlerinden biri buldukları kitabı karıştırırken (Nostradamus’un kitabıdır bu!), bir diğeri bulduğu tozlu bir maskeyi yüzüne geçirir. Hem bu meraklı hem de sinemanın fuayesindeki dekoratif maskeyi yüzüne geçiren aynı akıbete uğrayacaktır ve bundan sonrası tam bir kan gölü olacaktır; çünkü maskeyi takan iblise dönüşecektir.

Kan gölü ifadesinin kesinlikle yetersiz kalacağı bir film çekmiş Lamberto Bava. Evet, sık sık kan dökülüyor ama bu arada gözler oyuluyor; organlar deliniyor, parçalanıyor ve koparılıyor; parçalanan vücutlardan iblisler doğuyor; parmaklar ve tırnaklar korkunç şekiller alıyor ve filmin çok başarılı efekt ve makyaj çalışmasının en çarpıcı örneklerinden biri olarak dişler kendi kendilerine düşerken altlarından korkunç versiyonları çıkıyor. Aralıksız olarak karşımıza çıkan bu sahneler her seyirciye göre değil kuşkusuz, özellikle de filmin karakterlerinden birinin söylediği gibi “Korku filmlerini sevmiyorum” diyenlerin uzak durmasında yarar var. Sonuçta öldürmek ve canavara dönüştürmek için her türlü aletin ve yöntemin kullanıldığı bir hikâye burada anlatılan. Bu tür bir filme yakışır şekilde kırmızı rengi güçlü bir biçimde değerlendirmiş film. Sürekli olarak gördüğümüz kanın renginden sinemadaki ilk enfekte olan kadının kırmızı pantolonuna, sinemanın kırmızı perdesinden kızaran gözlere ve projeksiyon odasının kırmızı lamba ile aydınlatılmasından sinema dışındaki 4 serserinin uyuşturucu almak için kollandığı kola kutusunun kırmızısına bu renk yine süreklilik gösteren çığlık sesleri (hikâyedeki karakterlerin çığlıkları ile sinema salonundakilerinin birbirine karıştığı sahne hayli “gürültülü” ve filmin en uç noktaya kadar gitmekte tereddüt etmemesinin de bir örneği) ile birlikte seyirciyi sürekli etkisi altında tutmasını sağlıyor filmin.

Sinema salonunda ilk enfekte olanın bir hayat kadını olması ya da kör kocasının yanında zina yapan kadının sevgilisi ile birlikte iple boğulurken adeta zina pozisyonlarını sürekli kılacak bir şekle sokulmaları ve belki daha da önemli olarak en başta iki genç kadının dersi kırarak sinemaya gitme yaramazlıkları, bu tür filmlerin 80’lerde önemli bir parçası olan “ahlaksız olanın” -en azından öncelikle- cezalandırılması kuralına burada da en azından göz kırpıldığının göstergesi; ama filmdeki toplu katliam bir süre sonra herhangi bir ayrım yapmadan herkesi alıyor kapsamına ve bu ahlakçı görünebilecek duruş silinip gidiyor.

Çöken tavandan salonun içine düşen helikopterin “Daha fazla ne olabilir ki?” sorusunun bu film için anlamsızlığını kanıtladığı hikâye ucu açık bir sonla bitiyor. İtalyan korku filmlerinin usta ismi Mario Bava’nın oğlu olan ve babasının filmlerinde asistanlık da yapmış olan yönetmen Lamberto Bava bir yıl sonra, 1986’da “Dèmoni 2” adında bir devam filmi çekmiş ve bu kez şiddet dozunu bir parça düşürdüğü bu filmde ilkindeki karakterleri kullanmadan iblislerin bir televizyon yayını aracılığı ile şehri ele geçirmelerini anlatmış. Yönetmeninin en sevdiği çalışması olduğunu söylediği bu ilk film ise diyalogları ve oyunculukları açısından pek de üst düzeylere çıkamayan ama böyle bir hedefe gerek de duymayan bir çalışma ve eğer yüreğiniz ve midenizden endişeniz yoksa, korku türüne de meraklıysanız keyifle ve eğlenerek seyredeceğiniz bir film. Pierro Boza’nın zor bir işin altından ustaca kalkmış göründüğü kurgu çalışması, Gianlorenzo Battaglia’nın görüntüleri ve Claudio Simonetti’nin hikâyeye yakışan müziği de önemli bir katkı sağlamışlar hikâyeye.

(“Demons”)