Sei Donne Per L’Assassino – Mario Bava (1964)

“Bu gece bir şey olmayacağını biliyorum; çünkü tüm erkekler gözaltında ve eminim katil içlerinden biri”

Maskeli bir seri katil bir modaevinin mankenlerini birer birer öldürürken, ortaya dökülen sırların hikâyesi.

Marcello Fondato’nun senaryosuna Mario Bava ve Giuseppe Barilla’nın da katkıda bulunduğu, yönetmenliğini Mario Bava’nın yaptığı İtalya, Fransa ve Almanya ortak yapımı bir film. Yine Bava’nın yönettiği, 1963 tarihli “La Ragazza Che Sapeva Troppo”adlı yapıtla başladığı kabul edilen “Giallo” türü filmlerin ilk örneklerinden biri olan çalışma benzerleri gibi hikâyesinden çok, görsel gücü ile dikkat çekiyor. Uluslararası bir kadrosu olan yapıt İtalya’da gösterime ilk çıktığında seyirciden çok ilgi görmemiş ama zamanla türünün önemli örnekleri arasına girmeyi başarmıştı. Hikâyesindeki gerçekçilik sorunlarına ve boşluklara takılmadan seyredilmesi gereken ve şaşırtmacaları da her defasında belki yeterince güçlü olmayan film yine de kesinlikle keyif ve ilgi ile seyredilebilecek ve izleyicisini tatmin edecek bir çalışma. Giallo’nun en önemli örneklerinden biri olarak, tüm sinefillerin ilgisini mutlaka çekmesi gereken bir yapıt bu.

Korku, gerilim, katliam/kıyım ve zaman zaman da bunlara eklenen edepli bir erotizm içeren hikâyeler anlatır İtalyan sinemasının Giallo türündeki filmleri. Sonraki yıllarda da örnekleri verilmeye devam edilse de (bu türdeki son yapıtlardan biri Dario Argento’nun yönettiği, 2022 tarihli “Occhiali Neri”), nicelik olarak 1960, 70 ve hatta 80’li yıllarda İtalyan sinemasının gözde türüydü bu akım ve Türkçede sarı anlamına gelen adını benzer hikâyeler anlatan “ucuz roman”ların sarı renk ağırlıklı kapaklarından alıyordu. Türün kurucularından ve en önemli sinemacılarından biri olan Bava’nın bu yapıtı gerçekten tam da bir ucuz roman havası taşıyor. Maskeli ve kimliği gizemli bir seri katil, herkesin peşine düştüğü bir nesne (burada bir günlük), şantaj, aşk/tutku/erotizm, güzel kadınlar, bağımlılık ve herkesin suçlu olabileceği (ya da bir şekilde suçun paydaşı olabileceği) bir hikâye… Tıpkı bir çırpıda okunuveren “ucuz roman”lar gibi bu film de hikâyesini hiç soluk almadan bir çırpıda anlatıyor ve temposunu hiç yitirmiyor.

İtalyanca adı “Katil İçin Altı Kadın” anlamına geliyor ama ABD’de “Kan ve Siyah Dantel”, yapımcı ülkelerden biri olan Almanya’da “Kanlı İpek”, Danimarka’da ise cinayet aletlerinden birine gönderme olarak “Demir El’in Kızıl Geceleri” adı ile gösterilmiş film. İşin ilginç yanı tüm bu isimlerin, Bava’nın yapıtının özelliklerinden biri veya birkaçı ile ilişkileri sayesinde her birinin doğru bir seçim olması. Kurbanların kadın mankenler olduğu, cinayetlerin bolca ve kanlı bir şekilde gerçekleştiği ve kırmızı rengin hikâyenin başından sonuna ana renk olarak karşımıza çıktığı bir film çekmiş Bava ve sinemanın geniş kitleler için neden hep popüler olduğunun kanıtı olacak bir çekiciliğin yaratıcısı olmuş. İtalyan sinemasının en çalışkan isimlerinden Carlo Rustichelli’nin imzasını taşıyan ve gerilim, korku ve gece kulüplerine yakışacak türden bir erotik atmosferin izlerini taşıyan müziğinin çok yakıştığı film, ilginç bir jenerikle başlıyor; hikâyenin tüm ana karakterleri kendilerini canlandıran oyuncuların isimleri ile birlikte karşımıza çıkarken, kadın karakterlerin tümü bir plastik (cansız) mankenle birlikte poz veriyorlar. Burada kullanılan ve bir striptiz kulübünde yadırgamayacağınız türden bir erotizmi çağrıştıran müzik, cansız mankenleri aydınlatan kırmızı ışıklar, oyuncuların gerilim/tehdit/endişe gibi farklı ifadelerin taşıyıcısı olan yüz ifadeleri vs. ile hikâyeye yakışan bir giriş bu kesinlikle. Bu açılışın hâkim rengi olan kırmızı, bir Giallo filminden bekleneceği gibi, hikâyenin öylesine ayrılmaz bir parçası olmuş ki onsuz hayal etmek zor bu yapıtı. Modaevinin sert rüzgârda sallanan tabelasından kadınların ojelerine, ilk kurbanın yağmurluğundan işyerindeki ağır kadife perdelere ve merdivenleri/yerleri örten halılara, mankenlerin üzerindeki kıyafetlerden tüm telefon cihazlarına gerçekten kızıl bir hikâye seyrettiriyor bize Bava; buradaki başarı bu rengin filmin görselliğine zoraki sokulmuş havasının hiç hissettirilmemesi. Setleri tasarlayan Arrigo Breschi ve görüntü yönetmeni Ubaldo Terzano, giallo sözcüğünün anlamı olan sarıya inat, kıpkırmızı bir hikâye yaratmakta yönetmene çok önemli birer destek sunmuşlar.

Her bir cinayetin farklı yöntemle işlenmiş olması da artırmış filmin “eğlence”sini ve bunlardan örneğin antikacıda gerçekleşeni görsel ve işitsel unsurların başarılı kullanımı ile hikâyenin en güçlü anlarından birini oluşturuyor. Uyuşturucu bağımlısı bir adam, sürekli tedirgin bir vücut dili ile dolaşan ve yalnızken sürekli birtakım haplar yutan bir başkası, kocasının şüpheli ölümünden sonra öfkesinin arttığı söylenen bir kadın, iktidarsız olduğu için kadınlardan nefret eden bir adam, borcunu ödeyemeyen birisi, şantaj yapan bir diğeri ve skandal bir hamilelikten gizlice kurtulan bir genç kız; hikâye hemen tüm karakterleri birtakım gerekçelerle cinayetlerin şüphelisi yaparken, onları ve diğer bazı yan karakterleri tuhaf hareketler içinde de göstererek kuşkulu olanların sayısını artırıyor sürekli. Sürpriz(ler)in yeterince ikna edici bir gerçeklikte ve güçte olmaması ve olan bitenin bazen karakterlerden biri tarafından sözle açıklanması ise hikâyenin zaten çok fazla olduğu söylenemeyecek derinliğine zarar veriyor öte yandan. Yetmişinci dakikasında katilin belli olmasına rağmen, hikâyenin sürdürülebilmesi ise (“Yanılıyorsun. Polisin eline bir suçlu verene kadar ikimiz de huzur bulamayacağız”) senaryonun ilgiyi canlı tutabilme başarısına sahip olduğunu gösteriyor.

Giallo İtalya’ya ait olsa da, aslında önce İtalyan edebiyatında ve sonrasında İtalyan sinemasında moda olan bu türün kökeni Alman sinemasında 1950’lerin sonlarında başlayan ve “Krimis” denen türe dayanıyor. Bava’nın filmi ile ilgili ise, bir başka esinlenme iddiası var: İsveçli yönetmen Arne Mattsson’un 1958 tarihli ve “Mannekäng i Rött” (Türkçesi ile “Kırmızı Manken”) adlı filmi, gerek hikâyesinin bir modaevinde geçmesi, gerekse görsel tercihleri ile gerçekten de Bava’nın yapıtı ile benzerlikler taşıyor ama filmin İtalya’da hiç gösterime girmediği gerçeği bu saptamanın bir iddiadan öteye geçmemesine neden olmuş. İtalyan, Fransız ve Alman oyunculardan oluşan uluslararası kadrosunda performanslar bu türden filmlerin çoğunda olduğu gibi çok parlak değil ama aslında bu durum da filmin “ucuz”luğuna uygun görünüyor. ABD piyasası düşünülerek İngilizce çekilen ama sonuç pek parlak olmayınca (hem oyuncuların ağır aksanı hem de İngilizce diyalogların kalite problemi nedeni ile) yapılan dublajın da sorunlu olduğu film, tüm kusurlarına rağmen kesinlikle her sinemaseverin görmesi gereken türden bir yapıt bu. Özetle, canlı ve parlak renkleri ile bu kırmızı yapıt giallo ile tanışmak isteyenler için çok iyi bir referans olabilecek ve kesinlikle eğlenceli bir sinema eseri.

(“Blood and Black Lace”)