“Sana benden şüphelenmen için bir neden verdim mi hiç?”
Ayrı kaldıkları bir gecede erkeğin yeni, kadının eski bir sevgili ile karşılaştığı bir çiftin hikâyesi.
Massy Tadjedin bu ilk yönetmenlik denemesinde senaryosunu da kendisinin yazdığı zarif bir film ortaya çıkarmış. Fransız-Amerikan ortak yapımı olarak çekilen film tek somut Fransız unsuru oyuncu Guillaume Canet olsa da şaşırtıcı bir şekilde Fransız havası taşıyan, yumuşak ve ince bir dil ile anlatılmış bir çalışma.
Erkek-kadın ilişkileri sinemanın, sanatın pek çok dalında olduğu gibi, favori konularından biri ve bu konuda sinemanın söyleyebilecek yeni bir sözü kalmış mıdır bilinmez ama yeni olmasa da söylenenleri bu filmde olduğu gibi dürüstlük, açıklık ve zarafet ile dile getiren filmlere her zaman yer olmalı bu sanat dalında. Baştan çıkarma/çıkarılma, sadakat, flört gibi aşkın ayrılmaz parçalarını yalın ve doğal bir şekilde karşımıza getiriyor film ve özellikle senaryosu ve diyalogları ile takdiri hak ediyor. Aslında senaryo erkek ve kadının “dün gecelerini” paralel bir şekilde anlatırken çok da orijinal bir şeyler söylemiyor belki ama Tadjedin senaryosuna, diyaloglarına ve karakterlerine çok uyumlu bir sinema dili kullanmayı başarıyor ve telaşsız, gürültüsüz ve adeta tüy gibi hafif bir anlatımla bizi karakterlerinin hemen yanı başına yerleştiriyor. Keira Knightley’nin zarif ve kırılgan bir şekilde canlandırdığı kadın ve Sam Worthington’ın belki biraz fazla katı ama karakterinin tereddüdüne çok yakışan bir tedirginlik ile oynadığı adam filmin zaman zaman parlak bir tiyatro oyununun diyaloglarını çağrıştıran cümlelerini seyirciye yalın bir şekilde geçirmeyi başarıyorlar. Öteki kadın rolündeki Eva Mendes ve özellikle gülümsediğinde Knightley’nin ondan neden etkilendiğini çok iyi anlatan cazibesi ve elbette çekici oyunu ile Guillaume Canet’in canlandırdığı karakterler ve onların filmin baş karakterleri ile ilişkileri, evet kendi başına da bir anlam ve önem taşıyor ama asıl olarak filmdeki tüm diyaloglar gibi bu “diğer” ilişkiler de asıl karakterlere daha iyi odaklanabilmemizi, onları daha iyi tanımamızı ve anlamamızı sağlamak için oradalar gibi görünüyor. Özetle filmde olan biten her şey ve tüm diğer karakterler baş karakterlerimizin ilişkisinin resmini daha iyi çizebilmemize yardımcı olmak için varlar. Örneğin yayıncı ve eşi ile yemek sahnesinde yayıncının kadına sorduğu sorular veya açtığı sohbet konuları sanki seyircinin kadının duygularını daha iyi anlamasına hizmet etmek için senaryoda yer alıyorlar ama bu durum bir yapaylık veya zorlama içermediği gibi seyircinin kendisini olan bitenin içinde hissetmesine yardımcı oluyor.
New York’ta geçen bir Fransız filmi olarak özetlenebilecek çalışmanın kendisini kalıcı kılacak bir derinliği olduğunu iddia etmek veya senaryonun seyredenin önüne yeni ufuklar seren bir orijinalliğe sahip olduğunu söylemek mümkün değil ama kendisi kadar zarif müzikleri ile de dikkat çeken filmin Avrupalı havası ile bile yeterli bir nedene sahip seyredilmek için. Filmin son karesine, evet son sahnesine ve bu son sahnedeki son kareye, dikkat edilmeli. Tadjedin rutin bir şekilde bitebilecek hikâyesini öyle çarpıcı bir son kare ile bitiriyor ki alkışı hak ediyor. Bu son kareden sonra top seyircinin kucağına düşüyor adeta ve filmin bitmesinin üzüntüsü ile baş başa kalıyorsunuz.
(“Son Gece”)