“Yarı köpek, yarı insanım. Kendimin en yakın dostuyum”
Bir gezegenin bir başka gezegenin temiz havasını çalmak istemesi ile gelişen olayların hikâyesi.
Mel Brooks’un her biri farklı türlere el atan “parodi” filmlerinden biri olan 1987 tarihli bu eserde Brooks bu kez uzay filmlerine bulaşıyor kendi her zamanki üslubu içinde. Asıl olarak “Star Wars – Yıldız Savaşları” filmini parodisinin konusu yapsa da, “Star Trek – Uzay Yolu”, “Planet of the Apes – Maymunlar Cehennemi” ve “Alien – Yaratık” filmlerine de sataşma mahiyetinde göndermeleri olan filmin senaryosunu Brooks, Thomas Meehan ve Ronny Graham ile birlikte yazmış. Brooks bu filmlerle yetinmemiş ve Kafka’dan “The Wizard of Oz – Oz Büyücüsü” filmine ve kimi kelime oyunlarına kadar göndermeleri yoğun olan bir sonuç koymuş ortaya. Bugün kimileri için kült olan film açıkçası biraz kaba olan mizahı, her zaman yeterince güldürmeyen esprileri ve Brooks’un -hemen her zaman olduğu gibi- çok da uygun görünmeyen yönetmenliği ile pek de güçlü bir film görüntüsünü taşımıyor. Yine de Brooks mizahından hoşlananların, ama onlardan da çok gönderme yapılan tüm eserlerin orijinallerini bilenlerin keyif alacağı bir film karşımızdaki.
Açılışını “Star Wars” filminin artık bir klasik olan açılış jeneriğini (uzayın derinliklerine doğru kayarak kaybolan yazılar) taklit ederek yapan film hemen tüm karakterlerini yaratmak için de yine bu filmden yararlanmış. “Eğer bunu okuyabiliyorsanız, gözlüğe ihtiyacınız yok” cümlesi ile biten bu kayan yazılar nasıl bir filmle karşı karşıya olduğumuzu söylüyor bize aslında: “Star Wars” ile dalgasını geçen, sözlü eğlencesi fiziksel eğlencesinden daha iyi olan ve “komedisinin “gerçekliğini” sürekli olarak ihlal eden bir film karşımızdaki ve bu bağlamda filmin en sağlam esprilerini de bir film olarak kendisi ile dalga geçerek, “sinemasal gerçekliği” tahrip ettiği bu zamanlarda üretiyor Brooks. Karşımızdakinin bir film olduğunu sürekli olarak ve hayli eğlenceli sahnelerle vurguluyor Brooks. Seyrettiğimiz film henüz çekilirken piyasaya video kasedinin çıkması ve filmin karakterlerinin bu kasedi seyrederek ne olacağını (ne yapacaklarını) görmeleri (ki bu sahne hayli eğlenceli kelime oyunlarına da sahip), kötü adamların filmin kahramanlarını değil dublörlerini yakalamaları veya bir düelloda ışın kılıçlarının kameramana çarpması gibi örnekleri olan bu anlar filmin komedi açısından da zirve noktası oluyorlar ve açıkçası keşke Brooks parodinin peşine düşerken daha sağlam ve bütünsel bir hikâyeye sahip olması gerektiğini unutmasaymış dedirtiyor.
Kimi yüzeysel bel altı esprileri, zaman zaman dozu kaçan kelime oyunları ve günümüz sinemasında masalesef çok daha kötü ve rahatsız edici biçimde kullanılan “iğrenç” esprilerin (pizza adamın görselliği fazlası ile kaba ve hatta mide bulandırıcı örneğin) zayıflattığı bir film bu. Brooks keşke hem bu kaba esprileri hem de “çölü taramak” gibi sığ esprileri ayıklasaymış filmden ve bize kalitesi vasatın altına hiç inmeyen bir komedi sunabilseymiş. Brooks kendisi de iki ayrı karakteri canlandırdığı filmde oyuncularını zaman zaman serbest bırakmış görünüyor komedilerini üretmede ki her zaman olmasa bile sık sık olumlu bir sonuç vermiş bu tercih ve özellikle Rick Moranis hayli eğlenceli performansı ile diğer oyuncuların önüne çıkıyor filmde. Meraklıları için eğlence kaynağı olacak göndermelerin çokluğu bu açıdan olumlu olsa da, bazen filmin kendi hikâyesi yokmuş gibi bir görünüm yaratıyor (ki aslında bundan da bağımsız olarak, bir hikâyenin varlığından söz etmek pek kolay değil) ve bu da elbette olumlu bir puan değil.
Brooks’un yönetmenliğinin zaman zaman komedilerini yaratsınlar diye karakterlerini kamera karşısına sıra ile geçirmek düzeyinde seyretmesi de filmin zayıflıklarından biri. Bu ve yukarıda sıralamaya çalıştığım problemlerine rağmen, kimi parlak ve sıkı bir kahkaha attıran esprileri, Rick Moranis’in eğlenceli oyunculuğu, kendi kendisine yaptığı göndermeleri ve sinema sektörünün pazarlamacıları ile çekinmeden dalgasını geçmesi ile ilgiyi hak eden bir film bu.
(“Uzay Topları”)