“Yüzünden vurdum onu, iki kez. Sonra kafasını bir havluya sardım ve göğsünden, tam kalbinden bıçakladım ki kanı tamamen aksın, sonra küvetime koydum ve kanının tamamen boşalmasını seyrettim. Sonra onu çamaşır deterjanı ve soda ile birlikte bir benzin tankının içine koydum ve tankı mühürledim”
Kuzeninin mafyanın para teslimi ve alışverişi için kullandığı barında çalışan bir adamın barın soyulmasından sonra yaşadıklarının hikâyesi.
2011 yılında çektiği ve ilk uzun metrajlı filmi olan “Rundskop – Taş Kafa” ile yaptığı başarılı çıkışın sonucu olarak Hollywood’a transfer olan Belçikalı yönetmen Michaël R. Roskam’ın orada çektiği ilk film olan çalışma, kimi kusurları olsa da ilgiyi kesinlikle hak eden bir aksiyon veya daha doğru bir deyişle bir suç filmi. ABD’li yazar Dennis Lehane’ın kendi kısa öyküsünden uyarladığı senaryo sürpriz içermesine rağmen yine de farklı bir şey anlatmıyor gibi görünüyor çoğunlukla ve bu durum da filmin lehine bir sonuç yaratamıyor doğal olarak. Buna karşılık, film sahip olduğu bağımsız film havasını başarı ile kullanıyor ve çekimlerden bir ay sonra hayatını kaybeden James Gandolfini ve özellikle Tom Hardy’nin oyunlarından aldığı destekle sert bir aksiyonun gereklerini çekici bir şekilde yerine getirmeyi başarıyor.
Hikâyemiz suç örgütlerinin hasılatlarını geçici süre ile saklamak için kullandığı ve paranın oraya “bırakılmasından” dolayı “The Drop” diye tanımlanan barlardan birinin etrafında dönüyor. Barın eski sahibi olan ve hâlâ öyle görünse de aslında barı bir Çeçen mafyasına çoktan kaptırmış olan bir adam (Gandolfini), onun yanında barmen olarak çalışan kuzeni (Hardy) ve bu barmenin dövülüp çöpe atılmış bir köpek aracılığı ile tanıştığı bir kadın (Noomi Rapace), Gandolfini’nin karakterinin çevirdiği dolaplar ve kadının eski sevgilisi yüzünden karışan işler… Filmin hikâyesi bunlar üzerinden ilerlerken sürprizine rağmen seyirci yeterince şaşırtamıyor ve bu bağlamda beklentilerin altını tam olarak dolduramıyor gibi. Hardy’nin barmen karakterininin gizemli bir yanı olduğunu devamlı olarak hissettiriyor film ama bu sürprizinin sertliğini etkilemiyor neyse ki. Dolayısı ile sorun, hikâyenin tahmin ediliebilir sularda gelişmesi temel olarak. Bu kusuruna rağmen, yönetmen Roskam kattıkları ile filmi seyri keyifli ve hissettirdiği kadar olmasa da derinlikli kılmayı başarmış görünüyor. Bunun temel kaynağı da filmin ana akım sinema kalıpları içinde ilerlemesine rağmen, yönetmenin bir bağımsız film havası yaratmayı başarmış olması. Aksiyonlarda veya suç sahnelerinde çok yeni bir şey görmüyoruz belki ama film bir şekilde anlattığından daha fazlasını ima eder gibi görünmeyi becermiş ki bu da hayli önemli bir başarı olsa gerek.
Filmin sahip olduğu “hüzün” havası da onu onca örneğini gördüğümüz aksiyonlardan farklı bir yere koymaya yardımcı oluyor açıkçası. Üç ana karakterinin de üzerinde asılı duran bir hava bu ve karakterleri seyirci için ilginç kılıyor. Barmen rolündeki Tom Hardy’nin dört dörtlük oyununun da desteklediği bir hava bu; Hardy konuşma biçiminden bakışlarına ve vücut diline (özellikle de yürüme biçimine) yansıttığı bir şekilde karakteri üzerine giymiş görünüyor ve filmin kusursuz denebilecek öğelerinden birini oluşturuyor kesinlikle. Gandolfini ise sıkıntılı karakterinin ruh halini çok iyi yanısıtıyor bize ve son filmini seyrediyor olmanın da artırdığı bir hüzün duygusu ile filme ciddi bir katkı sağlıyor bu büyük oyuncu. Görüntü yönetmeni Nicolas Karakatsanis’in çalışması hikâyeye ihtiyaç duyduğu karanlık atmosferi getirirken, Marco Beltrami ve Raf Keunen imzalı müzik çalışması da hüzün ve gerilim duygusunu besleyen tonları ile dikkat çekiyor.
Tom Hardy ve Noomi Rapace’ın ikili sahnelerindeki çekici uyumu ve birlikte yarattıkları hava, ve hikâyenin hüznünü destekleyen ve bir kayıp duygusu hissettiren sembolleri (kapanan kilise, kırık melek biblosu vs.) ile de önemli olan film gayet iyi kotarılmış olmasına rağmen aksiyon sahneleri ile değil bu aksiyonun parçası olan karakterlerinin analizine eğilmesi ile fark yaratmayı başarıyor ve görülmeyi hak ediyor kesinlikle.
(“Kirli Para”)