Clara Sola – Nathalie Álvarez Mesén (2021)

“Sevgili komşularımız, iyi akşamlar. Bugün Bâkire Meryem’in varlığını kutlayacak ve ona saygımızı göstereceğiz. Biliyorsunuz, Tanrı’nın kendisine bir sürü armağan bahşettiği kızım Clara aracılığıyla, kendisi bizimle. Clara kanser hastalarını iyileştirdi, insanların dizlerini ve kalplerini iyileştirdi. Biliyoruz ki buraya, bizim gibi, Meryem’in içinizde bir sürü mucize gerçekleştireceği inancını taşıdığınız için geldiniz. Clara, dua edelim”

Kosta Rika’nın bir köyünde yaşayan 40 yaşlarında bir kadının bireysel ve cinsel kimliği üzerindeki baskılara karşı uyanışının hikâyesi.

Senaryosunu Nathalie Álvarez Mesén ve Maria Camila Arias’ın yazdığı, yönetmenliğini senaristlerden Mesén’in yaptığı bir Kosta Rika, İsveç, Belçika, Fransa, ABD ve Almanya ortak yapımı. Kısa filmlerle yönetmenliğe başlayan Mesén’in ilk uzun metrajlı filmi olan yapıt Cannes’da Altın Kamera için yarışırken, pek çok festivalde de ödül kazandı ve 2021’in en iyi ilk filmlerinden biri kabul edildi. Amatör kadrosunun, başta başroldeki Wendy Chinchilla Araya olmak üzere parlak oyunculuklarla desteklediği hikâye, kendisine mucizevî güçler atfedilen ve kızının omurgasındaki eğriliğin tedavi edilmesine karşı çıkan annesinin baskıcı ve koruyucu gölgesi altında tüm bireyselliğini yitiren bir kadının cinsel arzularının tetiklediği uyanışını sade, gerçekçi ve etkileyici bir biçimde anlatıyor. Mucizelerin varlığının kısıtların ret edilmesine bağlı olduğunu söyleyen film, Sophie Winqvist’in köyü çevreleyen doğayı öykünün parçası yapan çalışması ile de dikkat çeken ve büyü ile gerçeği çekici bir biçimde uzlaştıran bir çalışma.

Filme adını veren Clara’yı ve ailesinin turistler için kiraladığı muhteşem güzellikteki, Yuca adındaki beyaz atı birlikte gösteren bir sahne ile açılıyor film. İkisi arasındaki iletişim Clara’nın “spiritüel güç”leri için ilk ipucu olurken, kadının atın tam yanına kadar gidememesi de onun üzerindeki kısıtların ilk kanıtı oluyor. Clara 40 yaşlarında bir kadın, doğuştan gelen bir omurga eğriliği problemi var ve küçük bir kızken Meryem Ana’yı gördüğüne ve o günden beri mucizeler yaratabildiğine inanıyor ailesi ve köydekiler. Nitekim açılışı takip eden ilk sahnede, onu özenle bir dinsel törene hazırlayan ailesini ve ardından da törende köylülerin ona dokunmalarını izliyoruz. Film bu sahnede Clara’nın rahatsızlığını hissettiriyor bize ama bunun kendisine biçilen rolden mi yoksa bu rolün ağırlığından mı olduğunu anlamamıza izin vermiyor. Senaryonun özellikle belirsiz bıraktığı anlardan sadece biri bu ve bu yoruma açıklığın en güçlü örneğini de finalde görüyoruz. Kendisine mucizeler yaratma yeteneği atfedilen kadının bu yeteneğini kendisi için kullanıp kullanmadığını belirsiz bırakan final, asıl önemli olanın kadının üzerindeki baskılardan kurtulma niyetinin olduğu üzerinde duruyor doğru bir şekilde.

Clara’nın doğuştan gelen özrü tıbbi müdahale ile giderilebileceği halde, anne bunu “Tanrı bana onu öyle verdi, öyle kalacak” sözleri ile kesin bir şekilde ret ediyor. Anne kızının kendi başına gidebileceği uzaklığı kumaş parçaları bağladığı çitler ile belirleyecek kadar da koruma ve baskı altına almış durumda Clara’yı. Aslında iyi davranıyorlar ona aile içinde ve özellikle de 15 yaşına girmek üzere olan yeğeni ile arası çok iyi kadının. Hikâye bu yeğenin romantizm ve cinselliğe gizli de olsa özgürce yaklaşımı ile Clara’nın bu konularda tamamen engellenmesini bir arada anlatırken; iki farklı kulvarda ilerleyen, daha doğrusu biri doğanın akışına uygun hareket edebilirken, diğerinin önüne setler çekilmiş cinsel arzular arasındaki zıtlığı da akıllıca kullanıyor. Ailenin atı ile ilgilenmek ve onu turistlere getirip götürmek için gelen bir yabancı erkeğe hem Clara’nın hem yeğeninin ilgi duymasını da benzer şekilde kullanıyor senaryo ve kadının trajedisini ve kıstırılmışlığını daha da elle tutulur hâle getiriyor. Kendini tatmin etme “günah”ını cezalandıran annenin, Clara’nın hayatının her alanına hâkimiyeti ve dinin bu baskının araçlarından biri olarak kullanması da dinî ve genellikle buna dayalı olan toplumsal kısıtlamaların bir örneği olarak çıkıyor karşımıza. Çamura bulanan elbise sahnesinde Clara’nın “Meryem böyle davranmamı istedi” açıklamasının kabulü ve çamurun kutsallığının hatırlanması da dinin araçsallaştırılmasına iyi bir örnek oluşturuyor.

Sık sık el kamerası ile çekilen görüntülerin tedirgin bir hava yarattığı ve köyün etrafındaki doğanın, özellikle de ormanın gizemli bir atmosfer olarak yansıtıldığı filmin baş karakteri Clara’nın, her insanın ve hayvanın “gizli ismi”ni bilmek gibi bir yeteneği var. Kendisininkinin Sola (Tek başına, yalnız) olduğunu söyleyen Clara’nın bu gizli isimleri bilme yeteneğini de film her birimizin, her canlının içindeki bastırılmış gerçek kimliğin ya da görünenin dışındaki asıl gerçeğin sembolü olarak kullanıyor. Tepki verdikçe daralan sınırlar, ret edilmenin yarattığı öfke ve giderilemeyen arzuların neden olduğu baskılarla hikâyenin kahramanının yavaş yavaş çıkmaz bir yola itildiğini özenle sergileyen hikâyenin yakaladığı sahicilik duygusu filmin önemli kozlarından biri. Aslında bir dansçı olan başrol oyuncusu Wendy Chinchilla Araya’nın karakterinde yakaladığı gerçeklik hissi ve bu hissi yaratırken, belki mesleğinin de katkısı ile, bedenini kullanma becerisi bu sahiciliğin oluşmasını sağlayan en önemli faktörlerden biri olmuş. Onunla birlikte tüm kadronun bu ilk ve belki de son filmlerinde yapıta kattığı doğallık ve kameranın kullanım şeklinin sağladığı “tarafsız bir gözlemci” havası da destekliyor bu duyguyu başarı ile.

Yönetmen Mesén filmini 2015’te ve kırk beş yaşında hayatını kaybeden ve tıpkı başroldeki Araya gibi dansçı olan Kolombiyalı sanatçı Ofir León’a ithaf etmiş ve hikâyede Clara’ya dostluk eden bir böceğe de onun adını vermiş senaryoda. Cinsel olgunluk ve aile, özellikle de anne baskısı gibi temalar nedeni ile “Carrie” (Brian de Palma, 1978) ile ortak yanları olduğunu söyleyebileceğimiz filmin “uyanış” hikâyesi sinemada çokça ele alınan temalardan biri kuşkusuz; bu filmi farklı kılan ise Clara’nın gözünden anlatılan hikâyesini karakterlerin içinde bulunduğu doğa ile özellikle görsel olarak organik bir şekilde iliişkilendirmesi ve toplumun da eksiksiz çizilmiş tasvirinin içine yerleştirebilmesi. Başroldeki Wendy Chinchilla Araya’nın ilk sinema oyunculuğunda gerçekçi ve doğru tonda bir sertliği olan oyunculuğu ve Santiago rolündeki hayli olgun bir sadeliği olan performansı ile Daniel Castañeda Rincón’un performansı ile de değerlenen, ilgiyi hak eden bir yapıt.