Mahkemelerde – Sabahattin Ali / Nüket Esen / Nezihe Seyhan

Sabahattin Ali’nin 1930 ve 40’larda olarak kendisini sürekli içinde bulduğu mahkeme süreçleri ile ilgili belgelerin toplandığı bir kitap. Kızı Filiz Ali’nin babasına ait bir sandıkta bulduğu belgelerden yola çıkarak, Nüket Esen ve Nezihe Seyhan tarafından yayıma hazırlanan eser ilk kez 2004’te basılmış. Sanatın ve sanatçının başına gelenler açısından bu topraklarda pek de değişen bir şey olmadığını gösteren kitap, Ali’yi daha yakından tanımak ve 1948’de Bulgaristan’a kaçmaya çalışırken -bugün mahiyeti hâlâ kesin olarak bilinemeyen bir şekilde- öldürülerek hayatını kaybeden edebiyatçının yaşamak zorunda bırakıldıklarını daha iyi anlamak için önemli bir araç işlevi görebilecek içerikte bir yapıt. Orijinali Arap harfleri ile yazılmış olan belgelerin Türkçe harfleri ile karşılıkları üretilirken, bugün pek çoğu hiç kullanılmayan sözcüklerin (“şitap”, “maznun” vs.) günümüzdeki karşılıklarının en azından dipnotlarda verilmemiş olması özellikle 1930’lu yılların belgelerinde sık sık sözlüğe bakmak ihtiyacı duyuruyor ama yine de ilgiyi hak eden bir kitap bu.

Belgelerin görüntülerine yer verilmesi ve ilişkili olayların okuyucuyu bilgilendirecek şekilde ve kısaca da olsa açıklanması doğru tercihler olmuş kitap için. Nüket Esen ve Nezihe Seyhan’ın, baştaki önsözlerinde hem Ali hem kitaba konu olan belgeler hakkında okuyucuyu bilgilendirmesi de benzer bir katkı sağlıyor kitaba. Kimi daktilo ile hazırlanmış olan belgelerin kimilerinin ise Ali’nin el yazısını taşıyor olması da okuyucuyu heyecanlandırabilecek bir unsur. Bu küçük hacimli kitapta yer alan belgelerin bir kısmı Sabahattin Ali’nin mahkemelerdeki duruşmalarda kendisini savunmak için hazırladığı metinler veya notlar olarak onun elinden çıkmışken; bazıları da avukatlarının savunmaları, hakkında açılan davalarla ilgili savcıların iddianameleri veya yine onun hakkındaki şikâyet metinleri. Dolayısı ile kitabı Ali’nin bir eseri olarak tanımlamak doğru değil; bu bağlamda kitabın sahipliği daha çok hazırlayanlara ait gibi görünüyor.

Ali’nin elinden çıkan savunma metinleri düşünce özgürlüğü ve aydın olmanının sorumlulukları üzerine günümüzde de -maalesef- aynen kullanılabilecek ifadeler içeriyor. “Mahkeme zabıtları gelecek nesillerin elinde birer vesikadır” diye yazmış Ali, Atatürk’e hakaret ettiği iddiası ile açılan bir dava ile ilgili temyiz başvusurunda ve aynı yazıda “Çünkü adaletin yanlış tatbik olunduğu bir yerde mahpus olmak serbest gezmekten daha şereflidir” demiş. İsimleri ve tarihleri değiştirerek ve metinlerin geri kalan kısmını aynı tutarak bugün hazırlanmış olduğunu da rahatlıkla iddia edebileceğimiz belgelerle ilgili dipnotlarda ilişkili davaların sonuçlarının belirtilmesi de okuduklarınıza ve Ali’nin hayatına daha bütünsel bakabilmeye imkân sağlıyor. Yine de, kronolojik olarak peş peşe gelmeleri işi kolaylaştırıyor olsa da, ilişkili yazıların gruplandırılması ve bilgilendirmelerin bu bağlamda yapılması daha iyi bir editörlük örneği olurmuş. Kitabın adı olan “Mahkemelerde” belgelerin önemli bir kısmı düşünüldüğünde doğru bir seçim ama yapıttaki belgeler sadece davalarla ilgili değil; örneğin Atatürk’e hakaret etmekten on ay cezaevinde kaldığı dönemde cezaevindeki diğer mahkûmlardan tecrit edilmesi yüzünden yazdığı bir şikâyet başvurusu, yine cezaevindeyken yazdığı ve bir idam mahkûmunun son günü ile ilgili notlar veya ülkedeki suç, suçlu ve cezaevi türleri ile ilgili bir yazı gibi farklı nitelikte belgeler de var kitapta.

Kitapta Ali’den bağımsız olarak ilgi çekebilecek, 1899 tarihli bir belge de var. O tarihte İzmir’de hapiste olan Bulgar, Ermeni ve Rum mahkûmların yazışmaların Türkçe olması zorunluluğu ile ilgili şikâyetini gösteren bu belge -yine günümüzde de uzantıları olan- ilginç bir metne sahip (Keşke bu belgenin bir örneği olduğu gibi, bazı yazıların tarihsel sonuçlarının ne olduğuna, örneğin o dönemdeki dil yasağının akıbetine yönelik bilgilendirmeler de olsaymış kitapta). Diğer önemli belgeler ise, “Kuyucaklı Yusuf” romanının “aile hayatı ve askerlik aleyhinde” olduğu gerekçesi ile açılan dava ile ilgili; mahkemenin isteği üzerine üç farklı isimden bilirkişi görüşü alınmış: Reşat Nuri Güntekin, kurmay deniz subayı Münci İlhan (Nazım Hikmet’i motorla yurt dışına kaçıran Refik Erduran’ın dayısının oğlu olan İlhan o sırada Boğaz komutanıymış!) ve İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü’nden Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu. Bu bilirkişi görüşleri romanıı şikâyet ve dava edenlerin görüşlerinin aksine oldukça aydınlıkçı bir bakışın ürünü olarak eserin aklanmasını sağlamışlar.

Kitapla ilgili bir dile getirilebilecek bir diğer editörlük eleştirisi ise, bazı belgelerle ilgili konular için eseri tarihsel bağlamda da bir yere oturtabilecek kısa araştırmaların yapılmamış olması. Örneğin Cami Baykurt gibi isimler veya yazarın çıkarmaya çalıştığı Yeni Dünya Gazetesi hakkında kısa da olsa bilgilendirmeler ek bir önem katabilirmiş kitaba. Burada bir çarpıcı örnek olarak 1945’te İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesi Başkanlığı’na hitaben yazılan ve İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ndeki sanık ve mahkûmlara uygulanan işkence ile ilgili şikâyet mektubu verilebilir. Kitaptan Ali’nin o sırada cezaevinde olmadığını anlıyoruz ama mektubun imzacıları hakkında herhangi bir bilgi yer almıyor notlarda. Editörlükle ilgili bu tercihler kitabın değerini kesinlikle düşürmüyor ama daha kapsamlı ve bütünsel bir eserin ulaşacağı önemden de yoksun bırakıyor onu. Ülkemizde eserleri hâlâ popülerliğini koruyan, hayatı ülkede sanatçı olmanın yazgısının sembolü hâline gelen Ali ile ilgili her kitap gibi bu da ilgiyi hak ediyor ve gerçek belgelere dayanması nedeni ile bu ilgi daha da gerekli oluyor. Bir yazarı ve dönemindeki Türkiye’yi daha yakından tanımak için okunması gereken bir kitap, özetlemek gerekirse.