İskandinav Hikâyeleri Antolojisi

Yekta Ataman’ın derlediği ve İngilizcelerinden çevirdiği, kuzey ülkelerinin on iki yazarından seçilmiş birer hikâyenin yer aldığı bir antoloji. Her ne kadar antoloji “İskandinav Hikâyeleri” adını taşısa da sadece İskandinav ülkelerinden (İsveç, Danimarka ve Norveç) değil, İzlanda’dan da yazarlar var kitapta. Toplam on iki yazarın birer hikâyesinin yer aldığı antolojinin girişinde Ataman, kısa bir önsözle İskandinav edebiyatını çok kısaca tanıtırken, her bir yazar için de kısa ama oldukça doyurucu bir biyografi de hazırlamış.

Varlık Yayınları 1960 sonları ve 1970 başlarında farklı ülkeler için (Macaristan, Rusya, Romanya, ABD vs.) o ülkelerin ünlü yazarlarından seçilen hikâyelerle oluşturulan antolojiler hazırlamıştı. İlk kez 1971 yılında yayımlanan bu kitapta ise, girişte adı verilen dört ülkeden seçilen üçer yazarın birer hikâyesi, toplamda 12 hikâye yer almış. Ataman bu on iki yazarın her biri için tek bir sayfadan oluşan biyografide hem sanatçının kısa biyografisini hem dünya ve sanat anlayışını çok iyi bir şekilde özetlerken, okuyucuyu hikâyeye de iyi bir şekilde hazırlamış. Ataman’ın bu katkısı antoloji hazırlamanın sadece “seçme” eyleminden ibaret olmadığını (olmaması gerektiğini) hatırlatan bir emeğin ürünü.

Danimarka’dan Johannes V. Jensen, Martin Anderson Nexø ve Martin A. Hansen; İsveç’ten Selma Lagerlöf, Par Lagerkvist ve Hjalmar Bergman; İzlanda’dan Gunnar Gunnarsson, Haldor Laxness ve Thorbergur Thordarson; Norveç’ten ise Bjornstjerne Bjornson, Knut Hamsun ve Arnulf Overland’ın birer hikâyesi yer alıyor kitapta. İlk yayım tarihleri dikkate alınırsa, 20. yüzyılın ilk birkaç on yılında ilgili kuzey ülkelerinin toplumlarından portreleri karşımıza getirdiğini söyleyebileceğimiz ve Ataman’ın seçtiği hikâyeler bu edebiyat türünün ne denli güçlü olabileceğini kanıtlayan örnekler kesinlikle. Knut Hamsun gibi ülkesini işgal eden Nazilerle işbirliği yapanlardan Arnulf Overland gibi Nazi saldırısına karşı yazıları nedeni ile cezaevine ve toplama kampına gönderilen farklı yazarların eserlerinin her biri ülkesinin bireylerinin kısa hikâyelerini etkileyici bir şekilde anlatıyor bize. İyi bir antolojinin olması gerektiği gibi, kapsadığı yazarların diğer çalışmaları için okuma arzusu yaratmayı başaran bir derleme bu kesinlikle.

Yeryüzü Sürgünü – Pär Lagerkvist

1951 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan İsveçli yazar Pär Lagerkvist’in 1925 tarihli kısa ve otobiyografik romanı. Orijinal adı Türkçede “Gerçeğin Misafiri” olsa da bizde “Yeryüzü Sürgünü” adı ile basılan kitap, bir çocuğun küçüklüğünden ergenliğe kadar olan günlerini anlatırken, onun mutlu çocukluk hayatının sahip olduklarını kaybetme (ve kendisinin ya da bir yakınının ölmesi) korkusu ile gölgelenmesini anlatıyor. 1961 yılında Bengt Lagerkvist tarafından İsveç televizyonu için çekilen bir filme de kaynak olan kitabın sonunda yazarın “Yeraltı” adında bir hikâyesi de yer alıyor ayrıca. Girişte yer alan -ve ne yazık ki kim tarafından yazıldığı belirtilmeyen- önsözde kitabı hem biçimsel yönden hem de içeriği açısından ele alan kısa ama derin bir analiz yer alıyor. Kitabın dilinin yalınlığının aksine bir parça kompleks bir dili olan bu önsözü belki de romanın kendisinden sonra okumak daha yararlı olabilir; bu şekilde Lagerkvist’in “basit ve durgun” görünen kitabının derinliğinin ve genç bir karakterin “hayat”ı sorgulamasını ve inanç kavramı ile mücadelesini anlatan içeriğinin üzerinde tekrar düşünme fırsatı yaratılabilir.

Dönemin sıradan bir İsveçli ailesinde, dindar bir ortamda yetişen romanın kahramanı Anders’in (yazarın kendisi de diyebiliriz kitabın otobiyografik özelliklerini düşününce) bir yandan keyifle bir yandan korku ile geçen günlerini anlatıyor kitap ve yazarın diğer eserlerinde de olduğu gibi inanç kavramı üzerine değinmeler taşıyor. Kitapta ek olarak yeralan hikâye de benzer bir şekilde, dilencilik yaparak yaşayan sakat bir adamın yazarı (hikâye yazarın ağzından birinci şahısla yazılmış) şaşırtan huzuru ve kendisi ve hayat ile barışıklığını anlatırken, yine bu mutluluğun Tanrı (ve daha genel olarak inançlı olmak) ile ilgisi(zliğ)ini ele alıyor. Romanın kahramanı Anders ailesindeki diğer bireyler gibi sık sık Tanrı’ya sığınıyor ve dua ediyor ama büyüdükçe etrafındakilerin sahip olduğu inançtan uzaklaşıyor; belki de, önsözde belirtildiği gibi, Anders “imansız bir inanc”a ulaşıyor.

Bu “olaysız” romanda etkileyici bölümler oluşturmuş yazar; temsil ettiği (ya da sembolü olduğu) öğelerle annenin anlatıldığı bölüm, büyükannesinin ve büyükbabasının evinde kalan Anders’in o sıralarda aklını epey meşgul eden ölüm kavramı (ve neden olduğu korku) nedeni ile hissettiklerini ya da cenaze törenini ve sonrasını anlatan satırlar tüm sadelikleri ile çok etkileyici. Yazarın “Barabbas” ya da “Dvärgen – Cüce” adlı romanları kadar popüler olmasa da bir sorgulamayı ve uzlaşmayı anlatan bu kısa roman okunmayı hak eden bir edebiyat eseri.

(“Gäst hos Verkligheten”)