American Translation – Pascal Arnold / Jean-Marc Barr (2011)

“Masumken ölmek: Onlara verdiğim işte bu. Onları özgür kılıyorum”

Bir seri katil ile ona aşık olan bir zengin kızın tuhaf ilişkisinin hikâyesi.

İki Fransız sinemacı, senarist ve yönetmen Pascal Arnold ve oyuncu ve yönetmen Jean-Marc Barr’ın birlikte yönettikleri bir film. İki sinemacı bugüne kadar tüm filmlerini birlikte yönetmişler ve bu beşinci yönetmenliklerinde tuhaf, seksi ve gizemli bir drama imza atmışlar. Ortaya çıkan sonuç ise kimi yanları ile çekici olsa da hedefini tutturamamış ve özel bir hedefin peşinde olduğunu fazlası ile belli eden bir film olmuş.

İlk 15 dakikasının nerede ise üçte ikisi biraz öpüşme ve biraz seks ile geçen film iki genç oyuncusunun fiziksel özelliklerini bol bol kullanması ve örneğin adamın aracının içinde ikilinin adeta poz verir gibi düzenlenmiş çıplak görüntülerinde olduğu gibi zaman zaman zorlama sahneleri ile hikâyesinin rahatsız edici olmasını başarırken, bu rahatsızlığın doğal değil yapay bir biçimini geçiriyor seyirciye ve bu seçim de filmin lehine olmuyor elbette. Finalde seri katiller ile ilgili görüntüye gelen kısa birkaç bilimsel not ise filme bir gerçeklik havası katmaktan çok sadece bahsettiğim zorlama yaklaşımın bir diğer örneğini oluşturuyor. Genç adamda Pierre Perrier gücünü daha çok karakterinin tedirginlik ediciliğinden alan oyunu ile dikkat çekerken genç kadında Lizzie Brocheré senaryonun karakterinin “pasifliğine” yeterli ve inandırıcı bir açıklama getirmemesine rağmen elinden geleni yapıyor film boyunca. Finalde kadının polisten kulaklarını kapatmasını istemesi, bu “her şeyin olunca neye isyan edeceğini bilemiyorsun” diyen kadının gerçeklere duyularını kapatmayı seçtiğinin ve dolayısı ile hikaye boyunca yaptığı göz yumma ve sessiz kalma tercihlerinin açıklaması olarak yer alıyor filmde ama bu açıklamanın yeterliliği tartışmaya çok açık maalesef.

Pascal Arnold ve jean-Marc Barr ikilisinin film boyunca yaptıkları tercihlerin de seyirciye yardımcı olmadığı açık. Sık sık görüntüye gelen ve kahramanlarımızı araçları ile yolculuk yaparken gösteren sahneler ve bu sahnelere eşlik eden şarkılar bir süre monoton bir hal alıyor örneğin veya kadının babasının habersiz eve geldiği sahnede iki kahramanımızın yer yatağında çıplak ve mizanseni için özellikle çalışılmış şekilde uzandıkları görüntünün varlığı hikâyeye bir şey katmadığı gibi yapaylığı ile fazlası ile göze batıyor. Tüm bunlara rağmen filmin kapanıştaki anlamsız bilimsel açıklamalar bir yana bırakılırsa erkek karakterinin üzerinden bir tuhaf gizeme sahip olduğunu belirtmek gerek ve üstelik hikâyenin bu karakter için yeterince ipucu vermemesine rağmen sağlanan bir çekicilik bu. Ayrıca senaryonun aksayan yönleri bir yana bırakılırsa hikâyenin şu ya da bu şekilde seyirci üzerinde tedirgin edici olmak gibi bir başarısı var ki bu da az şey değil.

(“Amerikan Çevirisi”)