“Belki bedenim bebeği korumaya çalışıyor, detoks yapıyor ve ben belki bu yüzden acıkmıyorum”
New York’ta tesadüfen karşılaşmaları ile başlayan ilişkileri evlillikle sonuçlanan Amerikalı bir adamla İtalyan bir kadının çocuk sahibi olmaları ile birlikte onun nasıl yetiştirileceği konusunda yaşadıkları çatışmanın hikâyesi.
ABD’de çekilen ve hemen tamamı İngilizce olan film, İtalyan romancı Marco Franzoso’nun “Il Bambino Indaco” adlı romanından uyarlanmış sinemaya. Senaryosunu yönetmenliği de üstlenen Saverio Costanzo’nun yazdığı filmin başrollerinde yer alan Adam Driver ile Alba Rohrwacher’in ve adamın annesi rolündeki Roberta Maxwell’in başarılı oyunları hikâyenin “güçlüğünü” aşmaya yardımcı olacak derecede başarılı olmaları ile dikkat çekiyor. Açılış sahnesi dahil olmak üzere genellikle uzun süreli çekimler yapan, yakın plan yüzleri sık sık karşımıza getiren ve balık gözü objektif kullanmak dahil farklı tercihlerde bulunan Costanzo’nun bu tarzının zorlaştırdığı bir oyunculuğun altından başarı ile kalkmış üç oyuncu da. Bir bireyin sorumluluğunu üstlenmenin güçlüğü, ebeveyn olmanın zorlu yanları ve çocuğun nasıl yetiştirileceği konusunda radikal düşünce farklılıkları olduğunda yaşanan çatışmaların trajediye kadar uzanabilecek sonuçları üzerinde seyirciyi kesinlikle etkileyen film, ebeveynlerin çatışmasında bir taraf tuttuğunu fazlası ile net göstermek ve üstelik bu taraflılığını daha haklı göstermek için taraflardan birinin “radikal”liğinin/”marjinal”liğinin altını fazlaca çizmek gibi pek de önemsiz olmayan bir probleme de sahip.
Birbirlerini daha önce hiç görmemiş bir adamla bir kadının bir Çin restoranının tuvaletinde kilitli kalmaları ile açılıyor film. Adamın mide ve bağırsağının bozulmuş olması nedeni ile pek de nezih olmayan bir ortamda karşılaşan ikilinin ilişkileri kadının hamile kalması üzerine evlenmeleri ile devam ediyor. Kadının karşılaşılan güçlüğe karşı normal doğumda ısrar etmesi ve hamileliği sırasında iyi beslenmemesi ile, o zamana kadar bir bağımsız romantik film havası taşıyan çalışma birden yön değiştiriyor ve anlattığı durum ve kadının saplantıları nedeni ile sıklıkla tedirgin eden (ve belki kimi seyirci için de rahatsız edici) bir biçim alıyor. Oysa 80’lerin hit şarkısı “Flashdance” ile dans edilen düğünlerindeki romantik hava (hiç İtalyanca bilmeyen adamın karısına bir Domenico Modugno klasiği olan 1964 tarihli “Tu Si’ ‘Na Cosa Grande” şarkısını söylediği sahne Driver’ın çarpıcı performansı ile hayli etkileyici) ikili için bambaşka bir gelecek vaat ediyor seyirciye ve belki tam da bu nedenle, sonrasında yaşananlar daha da tedirgin ediyor.
Adamın vejateryen, kadının vegan olduğu çiftimizin bebeğin doğumundan sonra iyice temel bir çıkmaza giriyor ilişkileri. Bebeğin büyümesinde ciddi bir sorun olduğu görülmesine rağmen, kadının onu besleme prensipleri konusunda asla taviz vermemesi ve dış dünyadaki kirden ve mikroplardan onu uzak tutma saplantısı iyice çığrından çıkıyor. Ne arkadaşları ile görüşüyor çiftimiz ne de bebeğin evden dışarı çıkartılmasına izin veriyor kadın. İkili arasındaki sevginin varlığını koruduğu, her ikisinin de bebeği çok sevdiği bu ilişkide adamın çocukları ile ilgili endişesi gittikçe artarken kadının davranışları da gittikçe katılaşıyor. Filmi bir veganizm/vejateryenlik tartışmasından daha geniş görmek gerekiyor. Normal doğum ısrarını ve terasta kendi sebzesini yetiştirmesini de ekleyerek kadının sadece “doğal” hayatı tercih ettiğini söylemek doğru değil çünkü gittiği bir falcının kendisine söylediği (ya da söylediğini iddia ettiği) gibi bebeğinin bir “indigo çocuk” (olağanüstü yeteneklere sahip, sıra dışı çocuk) olduğuna da inanmış görünüyor ve çocuğun hayatının tehlikede olduğunu görmüyor veya göremiyor. Dolayısı ile hikâyede kadının marjinal karakteri öne çıkıyor ve belki de film amaçladığı “fikir ayrılığı” temasını geride bırakıp bir süre sonra kadının çocuk için yarattığı tehlikeye odaklanıyor sadece. Finaldeki beklenmeyen “çözüm” işte bu odağın doğal sonucu olarak görünüyor bu nedenle. Bu tercihin doğruluğu biraz tartışmalı; zaten destekleyen ve karşı çıkanlarının hararetli tartışmalara girmesine neden olan vegan hayat gibi güçlü bir tema ortadayken, tartışmanın taraflarından birinin hayli sorunlu olarak çizilmesi hem filmin amacına doğru hizmet etmiyor hem de gereksiz bir taraftarlık havası veriyor hikâyeye. Filmin hikâye boyunca karşımıza gelen başarılı görüntülerinin sahibi Fabio Cianchetti’nin kamerasının etkileyici bir görüntü çalışması armağan ettiği finaldeki “mutluluk” sahnesi de aynı nedenle ikilemde bırakıyor ama mutluluğun burukluğuna ikilemde kalma halinin yakıştığını da kabul etmek gerek. Yine de sonuç olarak hikâyenin ikinci yarısından itibaren saptığı yolun sorunlu olduğu açık.
Nicola Piovani’nin başarılı müziği eşliğinde yönetmen Costanzo klostrofobik kelimesi ile de tanımlanabilecek bir şekilde anlatmış hikâyeyi. Hem hikâyenin kendisi hem de kameranın açılıştaki tuvalette kitli kalma sahnesinden hikâyenin büyük bir kısmının geçtiği evdeki dar mekanın kullanımına kadar hep bir darlığı ve sıkışmışlığı vurgulaması bu havayı seyirciye güçlü bir biçimde geçiriyor. Örneğin babaannenin ziyarete geldiği sahnede kamera üç karakteri de hep üstten çekimle ve adeta küçülterek verirken tümünün de “havasız” kalmalarını vurguluyor adeta. Adam Driver’ın, karakterini ekonomik ve filmin bağımsız havasına uygun serbest bir biçimde oynaması çok doğru bir tercih olmuş ve parlak sıfatını hak ediyor performansı. Alba Rohrwacher ise canlandırması zor bir karakteri hiçbir anında doğallığını yitirmeden güçlü bir biçimde oynayarak takdiri hak ediyor. Onlara eşlik ettiği yardımcı rolünde Roberta Maxwell de hiç aksamıyor. Yakın planların bolca kullanıldığı filmde üç oyuncu da sınavlarını başarı ile vermişler.
Özetlemek gerekirse, etkileyiciliği tartışılmaz olsa da kadın karakterin saplantılarının ve hikâyenin ikinci yarıda bunun üzerine kurulmasının zarar verdiği film kesinlikle ilgi gösterilmeyi hak eden bir çalışma bunun dışında kalan unsurları ile.
(“Aç Kalpler”)