Nosso Lar – Wagner de Assis (2010)

“Bazen bütün hayatınızda sahte bir sükunet vardır. Bir gün tüm gerçekler su yüzüne çıkar ama asla geç değildir”

Geçirdiği ameliyat sırasında ölen bir adamın kendisini Araf’ta bulması ile yaşadıklarının hikâyesi.

Brezilyalı medyum Chico Xavier’in 1944 yılında basılan romanından yönetmen Wagner de Asssis tarafından senaryolaştırılarak sinemaya aktarılan film Brezilya sinemasının prodüksiyonu en pahalı eseri. İçerdiği aşırı doz “kutsallık”, “ruhsallık” ve “din” bağlantılı kavramlarla ve mesajlarla film bir kilise cemaatinin bir araya gelerek çektiği yüzeysellikte bir sinema çalışması. Efektleri, görselliği ve set tasarımları ile göz alıcı olan film içerik açısından yerlerde sürünüyor ve özetle uzak durulması gerekiyor bu yoğun propaganda aracından.

Öldükten sonra kendisini Araf’ta bulan adam hayatta iken doktorluk yapan ve film göstermeyi becerememiş olsa da gençliğinde bohem bir hayatı olmuş ve arkasından dua edeni de pek olmayan bir kişi. Cehennem gibi tasvir edilen Araf’ta o kadar içten dua ediyor ki onu yeniden doğuşa hazırlanılan şehire götürüyorlar ve elbette oradan iyi bir insan olarak mezun olmaya başarı ile ilerliyor gösterdiği özverili çalışmaları ile. Araf’taki görüntüsü ile acı çeken bir İsa gibi resmedilen adamın hikâyesinde doğrudan Hristiyanlığın ismi kesinlikle kullanılmıyor ve hatta bir mekanda hem haç, hem yahudilerin yıldızı hem de Arapça bir ifade gösteriliyor ama şehirde görevli “bakanların” kılıklarından Hristiyanlık dinindeki “yeniden doğum (reborn christian)” tartışmasına ve filmin yaratıcılarının katolikliğin yoğun yaşandığı bir ülke olan Brezilya’dan olmasına pek çok unsur filmin ima ettiği yönelişin ne olduğunu açık ediyor. Kiliseye benzer bir ortamda geçen ve günah çıkarmaya benzeyen “bakana dert anlatma seansı” sahnesini de bunlara eklersek bu konuda tereddüt edecek bir şey kalmıyor açıkçası.

İngilizce afişindeki yeşil nurlu ışıklardan, pozitif tıp biliminin işlemediği ve hastaların ellerden çıkan ışınlar ile iyileştirildiği hastanesine, “kutsal” sendikalardan “aydınlanma” bakanlığına tüm yüzeyselliği ile ve propagandanın sınırlarında dolanıp sık sık da bu sınırı ihlal edişi ile film seyircisine İncil’den bir bölümün beyaz perdeye aktarılmış hali gibi görünebilir. New-age bir dinselliği olan film komediye dönüştürülseymiş çok daha iyi olurmuş açıkçası diye düşünmemek de mümkün değil. Maneviyatı olmayanın gerçeğe ulaşamayacak olması gibi mesajlarındaki sakillliğe veya olayların geçtiği sırada patlayan İkinci Dünya Savaşı nedeni ile çalışanların fazla mesaiye çağrılması gibi gülümsememenin imkânsız olduğu anlarına film yerlerde sürünüyor. Böyle bir filmin müziklerinde Philip Glass imzası olması ise hayli ilginç olsa gerek. Glass’ın müziği filmin ruhani haline hayli uymuş ve kendi içinde başarılı bir çalışma ama bu başarılı müzik eseri, yüzlerce figüranın kullanıldığı sahneleri ve elbette yeniden doğuş şehrinin çekici set çalışmaları bu filmi kurtarmak için kesinlikle yeterli değil. Belki filmin sanatsal boşluğunu en iyi özetleyen tanım şu olabilir: Film Samanyolu kanalındaki bol duman efektli ve nur yüzlü sakallı yaşlı filmlerinin daha büyük bütçe ile çekilmiş olanından farklı değil kesinlikle. Bitmek bilmeyen ve ne kadar eksik mesaj kaldı ise hepsinin art arda ve gittikçe vaaza benzeyen konuşmalar eşliğinde aktarıldığı final bölümü ile de iyice sıkan film en azından şunları yapıp kendisini kurtarabilirmiş: Film neden beyaz Brezilyalılar’ın tüm zenginlikleri ile lüks evlerde yaşarken onlara hizmet edenlerin siyah ve yerli kökenli yoksul Brezilyalı olduklarını da sorgulasa veya savaşta ölüp bu yeniden doğuş şehrine gelen masum insanları gösterirken “sarı yıldızlı” Yahudiler’in yanına bir tane de “pembe üçgenli” eşcinsel koysa en azından derdinin sadece din olmadığını kanıtlayabilirmiş. Bu elbette boş bir beklenti; hele de senaryonun kaynağı olan romanı yazar Chico Xavier’in bir ruh aracılığı ile yazdığını söylediği düşünülürse.

(“Astral City: A Spiritual Journey” – “Assis, Yıldız Şehri: Ruhani Bir Yolculuk”)