Telling Lies in America – Guy Ferland (1997)

“Seni kullandı o; seni kullandı, evlat”

Hayranı olduğu ve yaşadığı şehirde ünlü olan bir radyo DJ’i ile arkadaş olan on yedi yaşındaki bir gencin bu arkadaşlığı sürdürmek ve kazandığı statüyü korumak için söylemek zorunda kaldığı yalanların hikâyesi.

Joe Eszterhas’ın senaryosundan Guy Ferland’ın çektiği bir ABD yapımı. Eszterhas’ın 1983’te yazdığı ama zamanında stüdyolara satamadığı hikâyesinin eşinin teşviki ile tekrar gündeme gelmesinden sonra çekilen film Macaristan göçmeni bir baba ve oğlunun ABD vatandaşlığını almak için beklerken, oğlanın hayranı olduğu DJ yüzünden pek hoş olmayan işlere bulaşmasını anlatıyor. Bir bağımsız yapım olan eser bir Amerikan filmi için düşük olan bütçesi ile çekici bir hikâye anlatıyor ama özellikle ikinci yarısında süratle ana akım sinemanın klişelerine kapılıp gidiyor. Sonuçta, eleştirir gibi göründüğü “Amerikan Rüyası”na sıkı sıkıya sarılan, başroldeki Kevin Bacon’ın başarılı performansı ve henüz yirmi beş yaşındayken uyuşturucudan hayatını kaybeden Brad Renfro’nun varlığı ile dikkat çeken, harcanmış hikâyesine rağmen belli bir ilgiyi de hak eden bir çalışma bu.

Hikâye 1960’lı yılların başında geçiyor ve kahramanımız Karchy Jonas (Brad Renfro) liseye giden bir öğrenci. Bu karakteri kendisinden yola çıkarak yazmış senarist Joe Eszterhas. O da Karchy gibi İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarında bir mülteci kampında yaşamış ve sonra ABD’ye göç etmiş ailesi ile. Eszterhas Alman işgali sırasında babasının Nazi işbirlikçisi Macar hükümetinde çalıştığını ve kitap yakma ve Yahudiler aleyhine propaganda yapma işlerine bulaştığını 45 yaşına geldiğinde öğrenmiş ve bundan sonra hiç konuşmamış babası ile. Karchy’nin babası (Maximilian Schell) ise bir “doktor” ve tüm parasını harcayarak oğlunun pahalı bir özel okulda okuması ve ABD vatandaşlığını alması için elinden geleni yapıyor. Bir özel okulun parasını yaptığı işle nasıl ödediği bir muamma ama sonuçta Amerikan rüyası yeterince çaba gösteren herkes için ulaşılabilirdir ne de olsa!

Sahip olmadığı şeyleri kendisinde varmış gibi gösteren, imajı için sık sık yalan söyleyen ve çalıştığı marketteki kendisinden büyük kıza (Calista Flockhart) yakınlık hisseden Karchy’nin hayran olduğu yerel DJ Billy Magic (Kevin Bacon) kendisine işinde yardımcı olacak bir genç arayan, bir önceki işinden -ne olduğunu sonradan anlayacağımız- bir nedenle ayrılmak zorunda kalan ve parlak ve hızlı bir hayat süren bir adamdır. İkilinin yolları kesişir ve Karchy bir yandan hayalini bile kuramadıklarına sahip olurken, diğer yandan kendisini bir takım yanlış işlerin içinde buluverir. Amerikan rüyasının “gerçekliği” ile yakından ilişkili ve potansiyeli oldukça yüksek bir hikâye aslında bu ama film iyi başlasa da sonlara doğru tökezlemeye başlıyor ve sonlardaki yargıç ile konuşma ve sonrasında olanlar ile kendisini bu rüyaya teslim ediyor anlamsız bir şekilde. Bir hikâyenin finalinin ahlâkî açıdan doğru bir mesaj verme kaygısı olması gerekmiyor elbette ve hatta rahatsız edicidir de bu ama anlaşılan Eszterhas kendisinin ABD’de ileride “Basic Instinct” (Temel İçgüdü) düzeyindeki filmlerle yakalayacağı ün ve kazanacağı paranın öngörüsü ile bu rüyanın ulaşılabilir olduğuna herkesi inandırmak istemiş.

DJ’in sürdüğü parlak hayatı ve bu hayatın gösterişini kırmızı rengi kullanarak sık sık vurgulamış film. Kırmızı Cadillac arabadan DJ’in Karchy’e hediye ettiği kırmızı cekete bu renk bir yandan parıltılı bir yaşamı simgelerken, diğer yandan -her ne kadar hikâye gerisini getiremese de- bu parıltının tekinsizliğini de ima ediyor bize. Reynaldo Villalobos’un görüntüleri de renkleri başarı ile kullanıyor ve örneğin Karchy ile âşık olduğu kız arasında geçen bir sahnede yeşil renk tüm görüntüye hâkim olarak izlediğimiz dokunaklı ânın görsel olarak dikkat çekmesini sağlıyor. Kamera da özellikle ilkyarıda ana akım sinemanın aksine, bağımsız bir filmin havasına daha uygun bir şekilde kullanılıyor ve bu da seyrettiğimize bir gerçekçilik ve farklılık katıyor sık sık.

Karchy’nin rüyalara erişmenin yolu olarak yalan söylemeyi veya küçük numaralar yapmayı (Araba kullanma tecrübesi, kızlarla çıkma, seks ve içki tecrübesi, Princeton’a kabul alma, DJ tarafından seçilmeyi sağlamak için sahte kartpostallar gönderme vs.) seçmesini eleştiri konusu yapıyor film ve hoşlandığı Diney adındaki kızın, ilk randevularında oğlanın giydiği ceketinden, yeni saç şeklinden ve -kendisine DJ’in konuşmasını taklit ederek- “Darling” demesinden rahatsızlığını dile getirmesi bu açıdan önemli; önemli çünkü sahteliği eleştiriyor hikâye burada açık bir şekilde. Oğlanın başını derde sokma ihtimali yüksek olan suçun ve ilk kez seks yapılan kadının kimliğinin de başka sahtelik örnekleri olması da destekliyor bu eleştiriyi. Sahteliği bazı eğlenceli sahneler için de kullanıyor film; iki farklı günah çıkarma sahnesi bu kullanımın iyi örnekleri olarak gösterilebilir.

Kevin Bacon’ın rolünün hakkını verdiği, herhalde 1960’larda bir radyo DJ’i böyle olur dedirten bir gerçekçiliği yakaladığı ve dozunda tutulmuş gösterişli bir oyunculuğun parlak bir örneğini verdiği filmde Calista Flockhart senaryo kendisini hep aynı hüzünlü ifade ile oynamaya zorlasa da bu zorluğun üstesinden geliyor ve etkileyici bir portre çiziyor. Brad Renfro ise bir Macar göçmeni fiziğine pek uymasa da, oyunculuğu ile bu zorluğu aşıyor ve karakterini ilginç kılmayı başarıyor seyirci için. Kevin Bacon’ın bestelediği “Medium Rare” şarkısı ve dönemin hitlerinin peş peşe çalındığı ve böylece işitsel açıdan da önemli bir çekiciliğe sahip olan filmde baba rolünde Maximillian Schell gibi güçlü bir oyuncunun senaryo tarafından -onca sahnesine rağmen- harcanması ise üzücü olmuş. Sinema filmleri ile başladığı yönetmenlik kariyeri boyunca sadece dört sinema filmi çeken ve artık televizyon dizilerinde çalışan Guy Ferland’ın çalışması ise başlarda belli bir orijinallik taşısa da, daha sonra senaryoya uygun şekilde güvenli sulara sığınıyor ve işini yapmış olmakla yetiniyor.

(Visited 59 times, 2 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir