The Ambassador – J. Lee Thompson (1984)

“Saflığınız insana hayat veriyor. Bir de çok tehlikeli olmasaydı”

İsrail-Filistin sorununu çözmeye soyunan Amerika’nın İsrail elçisinin eşi bir FKÖ üyesi ile ilişkiye girince gelişen olayların hikâyesi.

Elmore Leonard’ın bir romanından yola çıkılarak çekilen ama karakterlerin, mekânın ve olayların romandakinden tamamen farklılaştığı bu film, en iyi anında bile “en kötü filmin bile güzel bir karesi vardır” sözünü yalanlıyor nerede ise. Anlamsız ve inandırıcılıktan uzak bir senaryo, bolca Amerikan güzellemesi ve kötü oyunculuklar ile film tam da Ronald Reagan dönemine uygun bir yapım.

Cannon film şirketinin 1979-1985 arasındaki Golan-Globus döneminde çekilen film Menahem Golan ve Yoran Globus adlı iki İsrailli kuzenin varlığını doğrularcasına İsrail hükümetine ve sorunun asıl kaynağına hiç bulaşmıyor ve İsrailli aşırıları sadece birkaç fanatik genç ile sınırlarken FKÖ üyelerinin katliamlarını bolca sergiliyor. Özellikle filmin finalinde büyükelçinin evinin önünde ellerinde mumlarla toplanıp “barış” diye bağıran kalabalığı ve bu sırada evinin önüne çıkan Amerikalı elçinin onlara hafif yukarıdan ve adeta Tanrı’nın bakış açısı ile baktığı sahneyi düşününce propagandanın veya daha doğru bir deyiş ile yalanın bu kadarına da pes diyebilirsiniz. Filmin barışı öne çıkarma çabası ve bunun için de ön yargıları bir kenara koyup “konuşmayı” önermesine elbette kimsenin bir diyeceği olamaz ama bu “iyi niyetli” yaklaşımı bolca propagandanın ve çarpıtmanın parçası yapıp “nedenlere” hiç eğilmezseniz, ortaya işte böyle kötü (hem niyet olarak hem sinemasal açıdan üstelik) bir film çıkıyor.

J. Lee Thompson bu “yorgun” filme hemen hiçbir katkıda bulunmamış nerede ise. Ne çarpıcı olması amaçlanan “katliam” sahnesinde ne de gerilim kaynağı olması beklenen sahnelerde yönetmenin kayda değer bir başarısı var. Evet yorgun bir film bu ve Ellen Bursty’nin arada bir iki kıpırdanışı dışında Rock Hudson ve Robert Mitchum açıkça kötü oynuyorlar. Ne film çekildiğinde altmış yaşında olan Hudson’ın güvenlik amirliğine ve dövüşmelerine ne de sanki tüm film boyunca burada ne işim var dercesine bakınan Mitchum’un donuk bir yüzle oynadığı barış elçisi rolüne inanmak mümkün. Cannon şirketi genelde düşük veya orta bütçeli filmleri ile tanınan bir şirket ama yan rollerdeki oyuncuların bile bu derece kötü oynadığı bir film çekmiş olmaları inanılmaz.

Bir sahnede Amerikalılar ile önce İbranice konuşan İsraillilerin sonraki tüm sahnelerde kendi aralarında bile İngilizce konuşmaları, çölde kıyafeti toz toprak içinde kalan Mitchum’un hemen bir sonraki sahnede kıyafetinin en temiz hali ile karşımıza çıkması ve Amerikalı bir elçinin eşinin Tel Aviv’de yani İsrail topraklarında bir Filistinli ile ilişki kurması gibi saçmalıkları düşününce filmin elle tutulur bir yanı da kalmıyor. Elçinin kimseye haber vermeden düzenlediği barış toplantısının neden olduğu trajediyi öngörmemekteki naifliği (veya saflığı ve hatta aptallığı diyebilirsiniz) çok tehlikeli bir mesaja da aracılık ediyor üstelik: İsrailli askerler katliamı yapan FKÖ üyelerini teker teker temizlerken ayağa kalkıp alkışlamamız ve “işte bu aşırı uçtaki Filistinliler olmasa Orta Doğu’da sorun kalmazdı” diye düşünmemiz bekleniyor. Madem Reagan dönemindeyiz, filmde bir yumruk da KGB üzerinden Sovyetler’e atılıyor elbette zorlama bir senaryo ile.

Gece vakti zombiler gibi ve ellerinde mumlarla yürüyen kalabalığın bir Amerikan elçisinin kapısının önüne sıralanıp “size burada ihtiyacımız var diye” seslenmesi ile biten bir filme saygı duymak her türlü etik değere aykırı tartışmasız bir şekilde. Birleşik Devletler’in “duyulan ihtiyaç” nedeni ile girdiği her ülkede neden olduğu sonuçları düşününce bu saf kalabalığa da ne diyeceğini bilemiyor insan. Filmin afişinde dalgalanan bayrak bile filmden uzak durmak için yeterli bir neden.

(“Büyükelçi”)

(Visited 96 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir