“Kazanmak için iki şeyin olmalı: Zekâ ve cesaret. Sende birinden çok fazla, diğerinden yetersiz miktarda var”
Eskiden ünlü bir bilardocu olan yaşlı bir adamın çok yetenekli ama fazlası ile kendisini beğenmiş bir delikanlıya bu oyundan nasıl para kazanacağını öğretmesinin hikâyesi.
Robert Rossen’ın 1961 tarihli klasiği “The Hustler”ın (Bilardocu) 35 yıl sonra çekilen devamı. İlki gibi Walter Tevis’in romanından uyarlanan filmde, ilkinde genç bir oyuncuyu canlandıran Paul Newman bu defa bir başka genç oyuncuyu (Tom Cruise) kanatları altına alarak, ona yeteneğini nasıl paraya dönüştürebileceğini öğretmesi anlatılıyor. “The Hustler” ile Oscar’a aday olan ama kazanamayan Newman, “The Color of Money” ile, toplamda dokuz kez aday gösterildiği En İyi Erkek Oyuncu ödülüne ilk ve son kez sahip olmuştu. Tevis’in kendi romanından yazdığı senaryoyu kullanmamaya karar veren yapımcılar Richard Price’ın nerede ise tamamen yeni olan hikâyesi ile ilerlemeyi seçmişler ve yönetmen olarak da Martin Scorsese ile çalışmışlar. Ortaya çıkan sonuç ne Scorsese’nin ne de Newman’ın filmografilerindeki en iyi çalışmalardan biri ama Newman’ın performansı -Oscar’ı hak etmek diye bir deyim varsa, bu deyime en yakışır performanslardan biri olmasa da-, Cruise’un karakterinin bir parça sinir bozuculuğunu -belki kendisinin de öyle olmasının da katkısı ile- eğlenceli bir şekilde yansıtması, Oscar’a aday gösterilen Mary Elizabeth Mastrantonio’nun sağlam yardımcı oyunculuğu ve yönetmenin özellikle bilardo maçlarındaki mizansenleri ile ilgi çekebilir.
Rossen’ın filmi Scorsese’nin filminin olmaya soyunup olamadığı her şeyi başaran bir Hollywood klasiğiydi. Paul Newman’ın aynı karaktere ikinci kez hayat verdiği film ise Scorsese’nin baştaki vaatkâr girişine rağmen bir türlü istediği büyük havayı yakalamayan, pek çok unsuru ile ilgiyi hak eden ama zaman zaman da sıradanlaşan bir çalışma. Bir bilardo çeşidi olan “Dokuz Top”u açıklayan bir ses (Scorsese’nin kendi sesi bu) ve bu sese eşlik eden sigara dumanı ve bilardo tebeşiri görüntüsü ile başlıyor film ve bu sahneden başlayarak müzik hikâye boyunca Scorsese filmlerinde her zaman olduğu gibi önemli bir unsur olarak kullanılıyor. Scorsese, filmlerinde sahneler için doğru müzikleri bulmak ve seçmekle tanınan bir sinemacı ve burada da film onun bu doğru seçimlerinden bolca yararlanıyor. En az ıstaka ile topların veya topların birbirleri ile çarpışmasından çıkan sesler kadar önem veriyor şarkılara Scorsese ve işitsel açıdan başarılı bir sonuç koyuyor ortaya.
1961 tarihli filmin hikâyesine hemen hiç referans vermeyen ve başka bir şekilde de Newman’ın karakterinin geçmişini (neden bilardodan para kazanmayı bıraktığını örneğin) paylaşmayan senaryo filmin soyunduğu epik havayı eksik bırakmasına neden oluyor ki bu problem filmin tümü için geçerli aslında. Şimdi viski satışı ile geçinen adam başka oyunculara nasıl para kazanılacağını öğreterek ve kendisi de komisyonunu alarak bu işin içindedir hâlâ ve tesadüfen karşısına çıkan genç ve yetenekli bir oyuncu onun bu konudaki motivasyonunu artırır ve fazla konuşan, bir parça kibirli genç adamın bir bakıma menajerliğini üstlenerek eski heyecanına kavuşmasını sağlar. Film Newman ve Cruise’un karakterleri üzerinden bir eski-yeni, hoca-öğrenci, baba-oğul çatışması yaratmaya; bazı havalı diyaloglarla Scorsese filmlerindeki “büyük” erkek karakterlerden birini ortaya koymaya çalışmış ama sonuç bir yarım başarı olarak kalmış. Bir türlü amaçlanan o büyük havaya erişemiyor film ve etkileyiciliği de yeterince güçlü olmuyor. Cruise’un bilardo vuruşlarının nerede ise tamamını kendisinin gerçekleştirdiği filmde karakteri ile Newman’ın karakteri arasındaki ilişkiyi sizi yakalayacak bir sağlamlıkta işleyemiyor film ve genellikle vaat edilen ile yetinmek durumunda kalıyorsunuz.
Paul Newman Amerikan sinemasının en yetenekli oyuncularından biriydi kuşkusuz. Daha önce çok daha iyi filmlerle ve çok daha başarılı performansları ile aday olup kazanamadığı Oscar’ı aldığı bu rolde yine yeteneğini konuşturuyor ve filmi görmeye değer kılan en önemli unsur oluyor. Yine de şunu vurgulamak gerekiyor ki buradaki rolü güçlü bir karakteri getirmiyor karşımıza ve Newman da en iyi oyunculuklarından birini sergilemiyor; ödülü almasını ise belki de Hollywood’un gecikmiş bir özrü olarak değerlendirmek gerekiyor. Sinema kariyerinin henüz başlarındaki Tom Cruise ise rahatsız edici bir kendini beğenmişliği ve rahatlığı olan, şov meraklısı karakterine iyi uymuş ve işini iyi yapıyor. Onun kız arkadaşı rolündeki Mary Elizabeth Mastrantonio da benzer bir başarı göstererek, sade bir oyunculuğun sağlam da olabileceği kanıtlıyor. Onun canlandırdığı karakterin adının Carmen olması ile bir sahnede afişi görüntüye gelen filmin Scorsese’nin ilham aldığı yönetmenlerden biri olduğunu söylediği Francesco Rosi’nin yönettiği “Carmen”e ait olması da sadece bir tesadüf olmasa gerek.
Scorsese “Raging Bull” (Kızgın Boğa) filminde boks üzerinden güçlü bir hikâye sunmuştu bize; burada ise bir başka spor (boksun ve bilardonun spor olup olmadıkları ayrı bir konu) üzerinden o derece güçlü olmayan bir hikâye anlatıyor. Aksamayan sinema dili, bilardo masası üzerinde çekici kamera kullanımı ve Newman’ın çekiciliği ile bu film içerik ve biçim açısından bir yenilik içermese de ve hikâyesi tahmin edilen şekilde ilerlese de ilgiyi hak ediyor. Mutlaka görülmesi gerekli Amerikan klasiklerinden biri olan “The Hustler”ın devamı sayılabilecek ve kesinlikle onun gölgesinde kalan film, ünlü kurgu ustası Thelma Schoonmaker’in sadece bilardo maçları sırasındaki değil, -daha ilk sahnede parlak bir örneğini verdiği gibi- “sıradan” sahnelerdeki çalışmasının da tadının çıkarılabileceği bir yarım başarı.
(“Paranın Rengi”)